Bayramertesi

Hasan Ukdem
Zaman, çok vagonlu bir tren gibi önümüzden, ömrümüzden geçip gidiyor. Kış, bahar, yaz demeden, üç aylar, bayramlar ayırt etmeden, salgın hastalıklara, afetlere aldırmadan, fani dünyamızın içinden bizi ahiretteki ebedi mekanımıza doğru alıp götürüyor. Acı olan zamanın geçmesi değil tabi, acı olan günün getirdiklerine kapılarak, hakikatle olan bağımızı zayıflatarak yaşamak. Tarihte, dünya daha çok değerli insanlar üretiyordu. Üstelik bunu daha az bir nüfusla yapıyordu. Sekiz milyardan fazla olan insan sayımızla, sadece kendi fani hayatlarımızı değil, dünyanın da ömrünü kısaltıyoruz çağımız insanları olarak. Kıymet bilmeyen, israf eden, sürekli tüketen insanların dünyası oldu yaşlı küre.  
 
Zaman geçici, insan ölümlü diye düşünmüyor, kısacık ömürlerimizde ölümsüzlük iksiri içirmişçesine bir hayat yaşıyoruz. Gök gürültüsünden, salgın hastalıklara kadar, Allah kullarını uyarmaya devam ediyor. Kadim zamanlarda peygamberler gönderip, insanları hakikate çağıran Rabbimiz, günümüzde bunu saydığımız ikaz şekilleriyle ve kıyamete kadar koruyacağı Kur’anı Kerim ile yapmaya devam ediyor. Ancak anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az, atasözümüzün maalesef ilk bölümü daha çok geçerli görünüyor modern çağımızda!  
 
Daha önce okuduğum bir kitaptan ajandama alıntıladığım bir bölümü sizlere sunmak istiyorum, Konumuzu biraz daha iyi anlamak için. “Büyük ve popüler adam olabilirsiniz, nitelik başka bir şey... Paranız çok olabilir, başat rüzgârın estirdiği yöne doğru emin adımlarla yürüyen anlı şanlı bir adam da olabilirsiniz. Ama hikayenizle, kendinize dert edindiğiniz şeyle, insana ve hayata nitelikli bir söz taşımıyorsanız, yoksunuz. Öyle düşünüyorum. Mesela Goethe... Aynı coğrafyada ve zaman diliminde doğmamışız. Yıllar önce sözünü söyleyip gitmiş, ama benim için hala canlı, diri ve önemlidir. Mevlâna, Homeros, Donkişot... Çok isim ekleyebilirsiniz. Bugün Mevlana’ya, Yunus’a, Bediüzzaman’a, Homeros’a tutunarak ayakta duruyorum. Tanpınar, Yahya Kemal, Oğuz tay... Bu adamlar hala yaşıyor, bize, hayata “değer” taşımaya devam ediyorlar. Bunların ayırıcı vasfı şu: sahici bir damar bulmuş, ona tutunmuş, onu çoğaltmışlardır. Büyük adam değil, iyi birer adam olmuşlardır. Ama neredeyse hepsi yaşadıkları dönemde bir sürü imkansızlıkla karşılaşmış, trajik görüntülerin nesnesi/öznesi olmuşlar. Goethe büyük bir adam değil, iyi bir adamdı. Büyük adamların, aslında küçük birer adam olduklarını düşünüyorum.” Çıkar Sokak / Nihat Dağlı 
 
Hayat bizden çok şey istemez aslında. Ama günümüzde biz hayata maddi bir şeyler katabilmek için yırtınıp duruyoruz. Oysa yukardaki alıntıda altı çizilen adamların, bütün maddi, manevi yoksunluklara rağmen insan ruhuna, insan maneviyatına bir şeyler katmak için yaşadıklarını, çalışıp çabaladıklarını biliyoruz. Burada ismi geçen insanların, dinine, hayat görüşüne takılmayalım lütfen, dilerseniz sizler bu isimlerin yerine başka simler de koyabilirsiniz. Ama mühim olanı hayatınıza almanız, çoğaltmanız ve sürekli bir hale getirmeniz gerekiyor. Ne aklınız kalbinizi parçalasın ne de kalbiniz aklınızı yok saysın. Allah, dünyayı bir denge üzerine oturtmuş, biz de kendi hayatımıza hakikatin dengesini yerleştirmeliyiz.  
 
Peki bu dengeyi nasıl kuracağız? Aynı kitaptan devam edelim alıntımıza: “Şair, insana en çok hüznü yakıştırıyordu. Bu sevdiğim bir yakıştırmadır, ancak ben de insana en çok yakışanın “okumak” olduğunu söyleyeceğim. İnsanı okurken bulduğumda umutlanıyorum. Otobüste, vapurda, trende, şu veya bu yerde kitabın sayfalarında yolculuğa çıkmış bir insan görüntüsü, verilecek en güzel pozlardan birisidir. Asıl olanın okumak olduğunu düşünenlerdenim. Okunduğu için yazılıyor, yoksa yazıldığı için okunmuyor. Eğer okumak, varlığın ve hayatın kalbine doğru bir yolculuksa, bu yolculuktan eli boş dönülmez; kalbe ve zihne çok şey birikerek dönülür. Hayretiniz artar. Her yolculuk sonrasında, kalbinizi örten bir perde daha kalkar. Okudukça kalbiniz açığa çıkar, zihniniz kışkırtılır. Ne varsa hayatta, gelip sizi bulur; sizi zorlar, konuşturur. “Yazı” serüvenine, yaşanılan ve anlama çabası içinde olunan hayatın insanı konuşturması denilebilir. Okumasaydık, yaşamadan yaşayıp giderdik. Ne baharı ne kışı; ne hayatı ne ölümü; ne acıyı ne coşkuyu; ne aşkı ne aşksızlığı bilecektik. Okuduğumuz için fark ediyoruz, fark ettiğimiz için kendimiz oluyoruz ve kendimiz olduğumuz için de sözlerimiz oluyor.” 
 
Okumak, biz Müslümanlar için daha önemli daha değerli, çünkü biz bunu sadece dünyayı anlamak için yapmayız, aynı zamanda dinimizin bir emri olduğu için de yapmak durumundayız. Başkaları okuyarak dünyevi kazanımlar edinirken, biz aynı zamanda ebedi bir kazanımı da kulluk dağarcığımıza koyuyoruz. Bizim sözümüz, Goethe gibi sadece insanlığın dünyasına seslenemez, bizim sözümüz Mevlâna gibi, Yunus gibi hakikatin perdelerini kaldırmak için de olmalıdır. 
 
Zaman geçiyor. İşte bir bayram ertesindeyiz ve dünya serüvenimiz devam ediyor. Bundan sonraki ömrümüz için, Bismillah... 
 
Sevgiyle kalın.