Bayramdan sonra inşallah

Ömer Kocabaş

Türkiye bütün kurumlarıyla tepeden tırnağa yapılanırken, gündelik hayatta kendi yatağında akmaya devam ediyor. Dön dolaş aynı meselelerin etrafında dolanıyoruz, bu arada geleneksel erteleme aracımızda devreye girdi. Ramazan veya Kurban Bayramı fark etmez; ortalama bayrama bir ay kala önemli ya da önemsiz her şeyi bayramdan sonraya ertelemek gibi bir huyumuz var.

Alınacak, kararlar, yapılacak işler, verilecek sözler kısaca hayatımızdaki birçok şeyi bayram sonrasına atıyoruz. Sanki o gün gelmeyecekmiş gibi. Belki de bayrama huzurlu girebilmek, kısa süreliğine de olsa dertlerimizi, belirsizliklerimizi, kararsızlıklarımızı bir kenara bırakıp, artık ne kadarı mümkünse huzurlu vakit geçirmenin peşine düşüyoruz. Ülkenin, dünyanın gündemine baktığımızda aslında bazı şeyleri bayram sonrasına bırakmak gerçekten çok mantıklı. Yeni hükümet, sistemi oturtmaya çalışıyor. Muhalefet ise başka bir âlemde yaşıyor. Birisi kurultaya gidip genel başkanı değiştirmeye uğraşırken, diğeri, kurultay kararı alan genel başkanı ikna edip yeniden partinin başına getirmeye çalışıyor. Kendi partilerine bile söz geçiremeyen bu insanların çok değil daha bir ay önce bu ülkeyi yönetmeye talip olmaları ise bize özgü bir şaka olmalı…

İnsan siyasetin içinde bulunduğu hali görünce, havalarında etkisiyle gündemden gerçekten uzaklaşıyor. Bu dönemde herkesin kendi gündemine dönmesi, dertleri, sıkıntıları en azından bayramdan sonraya ertelemesi bir kurtuluş vesilesi olabilir. Bilmem fakında mıyız ama yaz bitiyor. Şaka maka temmuz ayının da son günlerine geldik. Geriye bir tek ağustos kalıyor. Peki, baharı da dâhil ettiğimizde 4-5 aylık süreçte neler yaptık? Kendimizi bedenen ve ruhen bir kenara çekip sorgulayabildik mi? Şehrin keşmekeşinden, iş-güç gailesinden biraz olsun sıyrılıp, birkaç saatliğine de olsa hiçbir şey düşünmeden tabiatla baş başa kalabildik mi?

Hafta sonları belediyelerin yaptığı yapay piknik alanlarında yapılan mangallardan, beş yıldızlı otellerde her şey dâhil tatillerden bahsetmiyorum. Bu tarz meşgalelerle de belki kendimizi mutlu hissedebiliriz ya da herkes aynı şeylerden mutlu oluyor diye şartlandırabiliriz. Sonuçta herkesin mutluluk anlayışı kendine ama en azından tatil dönüşü işe-güce başladığımızda bir hafta da tatilin yorgunluğunu, zihni yıpratmasını tamir etmekle uğraşmayalım…

 Kendi adıma bu yazın hızından çok fazla bir şey anlamadım. Günlerin gelip geçmesine, ayın sadece birinci günü, on beşi ve son gününün farkında olmamıza artık anlam yüklemeye bile takatimin kalmadığını hissediyorum. Mutsuzluk falan değil demek istediğim. Geleceğe dair umudum elbette var. Yarınımızın bugünden iyi olacağını düşünüyorum. Lakin ne bileyim işte belki de o yarının hangi ara geleceğini bilmediğimizden, beklerken düştüğümüz çelişkilerden ara sıra yorgun düştüğümüz oluyordur…

Adı konulmamış gerginliklerden sıyrılıp biraz olsun sıradanlaşabilirsek, kendimizi, ülkeyi kurtarmayı bir kenara bırakıp, bazı şeyleri olduğu gibi kabul edersek belki bir adım atmış oluruz. Bu adım bizi nereye götürür belli olmaz ama hiç yoktan çemberi yarabilme ihtimalimiz olur. Bu sıcaklarda adım atmaya takatimiz mi yok? Bayramdan sonra inşallah bir yerden başlarız…