Güneş doğmadan başlamıştı günüm. Ardımdan dua, ardımdan su dökmüştü. Dile getirmekten daha çok hissettiriyordu. Seviyordu. “Döndüğünde menemen yapacağım” demesi, seni seviyorum, seni özleyeceğim demekti. Bakışlarında saklısı olmayan bir bahar, bakışlarında belli etmemeye çalıştığı endişe olurdu, nedir ki bazen, giden dönmez, dönen bulmazdı. Ağaçlara, yaprakların arasından dökülen ay ışığına bakıp, “ayın şavkı vurur gönlüm üstüne” demiş, selametle ayrılmıştım yanından. Gözden kaybolana kadar ardımdan bakacağını biliyordum. Mutluluk buydu. Dilimden ve dilsizliğimden anlayandı. Fırınlarda ekmek sıcak, yaşamak tazeydi.
* * *
Batman Havaalanı’na inmiştim. Beni karşılayacaktı. Soluklanmak için çantamı yere koyduğumda uzaktan bana doğru geldiğini görmüştüm. Bayram sabahına uyanan çocuklar gibiydi. Tuttuğunu koparan değil, sarıldığını seven hissini veren, güçlü kuvvetli, yağız bir delikanlı. Dudaklarında hafif bir gülümseme, “kalbine yenilmişliğini” saklamayan bir yüzü vardı. Bir de ne olursa olsun karşısındaki insanı memnun etme kaygusu. Apansız, keskin, dayanılmaz bir gurbet duygusu hissettim bir an. Adı Muhammed, adı İkbal, soyadı kardeşimdi. Kucaklaştık. Hoş bulmuştum. İkimiz de sebebini bilmeden, sebep de aramadan gülümsüyorduk. Bundan ötesi paylaşmak, ötesi şükür, ötesi dua, ötesi takdir edilmiş olandı.
* * *
Kollarıma tıpatıp uyandı. Ondan uzaklaştığımda kollarımın bomboş kaldığını anlıyordum. Evden çekip gidene kadar evi olmuyordu insanın. Ev sevdiğimiz kadın, ev ilahi sıcaklığın tezahürü, ev hasret demekti. Hasret doluydum ve üşüyordum. Bekleyenim vardı.
* * *
Yemek yemeye gitmiştik. Yanımızda başka arkadaşlar da vardı. Ancak bir kardeşim özellikle dikkatimi çekmişti. Yüzü pırıl pırıldı; bakışı, dinleyişi farklıydı… Sevgi ve heyecanını zor saklıyordu. Nasıl da anlamamıştım. Muhammed’i seviyordu ve Muhammed’in de bunu bildiğini, dahası, Muhammed’inde bu durumdan hoşnut olduğunu anlamıştım. Başımı yemeğe eğdim, gülümsüyor ve “hayrolsun” diyerek dua ediyordum. Sevince ve sevilince güzelleşmek denilen şey karşımdaydı. “İyiydi bu, yaşamın, sevmenin meyve verebileceğini hissediyordu insan.” İnsanın içini ısıtıyorlardı. Lokantadan çıkıp arabaya doğru giderken Muhammed’i durdurup şunu sordum: ”Beni vekil tayin ediyor musun?” Neden, niçin ve hangi konuda olduğunu söylememiştim, o da sormamıştı. “Ediyorum abi” dedi. Batman, bereketli başlamıştı. Hamd ediyordum.
* * *
Bahar sabahı gibi, sis dağıldığında çiçeklerin içine düşmek gibi, sarılıp göğsüne bastırmak gibi, bir mektubu yeniden ve yeniden mutlulukla okumak gibi, bir filmde beraber ağlamak gibi, bir sahil kasabasında, bir bankın üzerinde yan yana, gönül günüle güneşin doğuşunu seyretmek gibi, aynı türküyü söylemek gibi, verdikçe vermek, sevdikçe sevmek ve özlemek gibi, kalbinin genişlediğini hissetmek gibi... Dönüp dolaşıp aynı şeyi söyler insan; sevdiğini, hasretini, beklediğini, beklettiğini…
* * *
Muhammed kardeşimin işlettiği kitabevinde genç arkadaşlarla yaptığımız sohbetten bir ara ayrılarak Şule Merve kardeşim ile beraber yüzük almaya gittik. Heyecanlıydım. Sıra dışı bir durumdu. Birbirini seven ancak geleceğe dair bir konuşma yapmamış iki kardeşime, kelimenin tam manasıyla, “pat diye” yüzük takacaktım. Muhammed ile kız kardeşimi ve Şule Merve’yi alıp üst kata çıktım. Bismillah ve hayırlı olsun haricinde heyecandan ne dediğimi bilmiyorum. Üç-beş cümle kurup, Muhammed ile kız kardeşime uzatın ellerinizi dedim. Ne olduğunu anlamamışlardı ancak şaşkınlıkla ellerini de uzatmışlardı. Muhammed’in yüzüğünü ben, kız kardeşimin yüzüğünü Şule Merve taktı. Muhammed’e sarıldım, “Allah mübarek etsin” dedim, alnından öptüm. Şule’de kız kardeşime sarılmış ve tebrik etmişti. Dört kişiydik, şahidimiz Rabbimizdi! Bundan sonrası size kalmış diyerek Şule Merve’yi alıp aşağıya indim. Düğün olur mu, ben çağrılır mıyım bilmiyorum. Olursa size de haber edeceğim.
Binlerce türkü, milyonlarca namaz, peşine düşülmüş rüyalar beldesi… Hasankeyf… Atalarımıza rahmet! Beni “yazardan” ziyade bir abi, bir dost samimiyetiyle çay içmeye davet eden Maral ile Elif, AGD’de ki arkadaşlarla yaptığımız verimli sohbet, gecenin karanlığında beni bekleyip mahcup eden dolunay yüzlü İsmail Hocam, İzdiham okuma grubundaki güzel ve cıvıl cıvıl gençler, İzdiham okuma grubunun başkanı ve “gelecek bir kişi kaldı abi” demesinden sonra on kişinin gelmesine şaşıran dili ve gönlü bereketli kardeşim Zeynep, ilk kez bir insana “Dağlım seni tanısa çok severdi…” dediğim ve nezaket ve incelik sahibi kardeşim Şule Merve; ben Siirtliyim, sana Siirt balı getirdim diyen vefalı ve hayırhah kardeşim Remziye öğretmen, koluma girmelerinden mutlu olduğum Fatih ve Veysi kardeşlerim, Batman’da buluşup önemli kararlar almama vesile olan Rağbet Yayınlarından Hüseyin, tanışmaktan şeref ve onur duyduğum genç ve gelecek vaad eden yazar kardeşim Behçet Gülenay… Sabaha kadar ettiğimiz sohbette gönlüme düşürdüğü kardeşliği ve sıcaklığı daim arayacağım Mustafa Altun kardeşim… İki gece üst üste gittiğimiz lokantanın güler yüzlü işletmecileri… Kübra, Fazilet, Şifa, Nur Hilal, Süleyman, Recep, Lokman ve adlarını hatırlayamadığım güzel ve dost insanlar… Seni unuttum mu sanırsın Eyüp Can. Seni sona bıraktım. Sen ki yakışıklı olduğundan daha fazla kardeş, yakışıklı olduğundan daha çok insan evladısın, bırakmayalım birbirimizi. Bu vesile Batman’da ki tüm dostlara selam ediyorum, duam yeniden görüşebilmektir.
* * *
Okuyalım, yazalım ve türkü söyleyelim. Sevelim. Şikâyet etmeyelim. Şükredelim. İbret alalım. Örtelim. Sabredelim. Dertleşelim. Kucaklaşalım. Özleyelim. Merhamet gösterelim. Adil olalım. Ağlayalım. Namaz kılalım. Dua edelim. Acizliğimizi, günahlarımızı, garipleri ve ahireti unutmayalım. Ekmeğimizi ve tuzumuzu paylaşalım. Sonrası Allah kerim…