Bir zamanlar, çok değil şöyle 25-30 yıl önce muhafazakar medya, Türkiye’de özellikle başörtüsü problemi ateşlendiği ve dayanılmaz boyutlara vardığı zaman, Batı’ya gidip okuma imkânı bulan genç kızlarımızın varlığından yola çıkarak “müslümana, bir müslüman ülkedekinden daha fazla özgürlük veren (!) Batı”dan sayfalar dolusu övgüyle söz eder, medeniyetse bunun medeniyet olduğunu; özgürlükse bunun özgürlük olduğunu anlata anlata bitiremezlerdi. Haddizatında bendeniz de o zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir din görevlisi olarak Hollanda’daydım ve oradayken Türkiye’deki İlahiyat- Lisans seviyemi oradaki Yüksek Lisans seviyesine tamamlamak için yeni açılan İslomoloji Bölümünde (Leiden Devlet Üniversitesi, Leiden ) derslere de gidiyordum. Kıyafetle hiçbir problemim yoktu. Daha sonra Doktorama da başlamıştım. Ama biliyordum ki: “Problem etmiyorlar, çünkü buralarda birkaç kişiyiz. Üstelik, bendeniz gibi resmî görevli olarak değil de kendi imkanlarıyla oralara gidenler biraz da olsa “dissident” olarak oralardaydılar. Tabii ki destek görürler. Sayıları çoğalsın bakalım ne yapacaklar. Bu kadar övgüler yağdırılması doğru değil.” diyordum. Diyordum demesine ya bu görüşlerimi yayaınlayacak gazete bulamıyordum. Herkes, kendi görüşleri doğruldusunda düşünenleri destekliyordu da ondan… O zamanlar fikirlerime saygı duyduğu için “Hocam buyur, insanlara söylemek istediklerinizi benim gazetem vasıtasıyla söyleyebilirsiniz” diyen sevgili bir öğrencim de yoktu maalesef.
Batı’daki özgürlüğü övenlerin, özellikle son yasaklamalar, ülkeye almamalar gibi olaylardan sonra tamamen tersi yönde konuştuklarını, yazdıklarını gördüğümde, içimden: “Gördünüz mü, özgürlükçü Batı’yı? Her üniversitede, hastanede mescide izin veren, yemeklerde “İslam’a uygun/helal yemek” çıkaran Batı’yı?” diyorum. Ama keşke haklı çıkmasaydım. Keşke, artık sadece PKK, FETÖ gibi Türkiye aleyhtarı gruplara “özgürlük” verir hale geldiklerini görmeseydik… Bunu görmekten ve haklı çıkmaktan ilk kez kahrolacak kadar üzüldüğümü söylemeye ne hacet…
Batı, Makyevellisttir. Kendi çıkarına olduğu zaman heşeyi, hatta kendi umdelerine aykırı şeyleri bile kullanır. Özellikle Hollanda, sömürgeciliğin en sinsicesini ve en zararlısını uygulamaış bir ülke olarak İslam’ın en büyük düşmanıyken “en ılımlı Avrupa ülkesi” profili çizmeyi başarmış bir takiyyeci “idi”. Şimdilerde takiyyesi de takkesi de düştü. Endonezya onların sömürgesiyken, oradaki zavallı müslümanların aklını en “verimli” şekilde çelip onları ilelebed “doğrudan sapmış” müslümanlar yapmak için C. Snouck Hurgronje (v. 1936) adlı yılan oryantalisti hatırlatmak isterim sizlere. Bu yılan, müslümanları ifsâd edebilmek için: “Ülkenizde gördüğüm İslam’dan çok etkilendim” diyip “güya” müslüman olmuş, bir müslüman âlim sıfatıyla onların hayatlarını yönlendiren fetvalar vermekle kalmamış, bu kimliğini kullanarak hacca girmiş ve “Het Mekkaansche Feest (Leiden 1880)” (Mekke Festivali” diye müslümanların Hac ibâdetlerini en ince ayrıntılarıyla bir Batılı gözüyle irdelediği bir kitap bile yazmıştı… Diğer çalışmaları da cabası tabii….
Hollanda, yurtdışına işçi olarak giden ve yerleşen, hatta vatandaş olan kardeşlerimize karşı da yıllarca “töleranslı” bir politika izleyerek onların gönlünü “Batı lehine” çalmaya uğraştı yıllarca. Ama bütün Batı gibi o da baktı ki müslümanları tamamen Batılı yapmanın imkanı yok, artık atlarını itlerini salmaya başladılar üstlerine. Nitekim Allah Taâlâ Kur’ân-ı Mübîn’de: “Sen dinlerine uymadığın sürece Yahudî ve Hırıstiyanlar, senden asla razı olmazlar” (Bakara 2/120) buyurarak bunun ezelden beri böyle olduğunu ve böyle olacağını bildirmektedir. Bazıları bunu anlamakta çok geç kalsa da “hiç bilmemekten” iyidir, değil mi?