Basiret bağını çözmek

Hasan Ukdem

Basiret kavramı günümüzde, içi boşaltılan, dünyevileştirilen ve esas anlamından uzaklaştırılan bir kelime düzeyine indirilen kavramlardan biri haline getirilmiş görünüyor. Oysa hakikatin izinde bir hayat sürebilmek için, insana gerekli olan olguların en önemlilerinden biridir basiret.  “Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basiret kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de genel olarak "görme" anlamı yanında özellikle "hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği" manalarında kullanılmış ve bu bakımdan manevi körlük veya dalâletin zıddı olarak geçmektedir. Yeniden yükselişe geçmek, çivisi çıkmış dünyaya yeniden adaleti, merhameti ve huzuru getirmek için önce basiretimizi bağlarından kurtarma zorunluluğumuz ortada.

Burada en büyük zorluk gerçeği yanlıştan ayırma yetimizin körelmesi olarak karşımıza çıkıyor. Bir takım dünyevi ihtiraslar, menfaatler ve bencil düşünceler basiretimizi bağlıyor, hakikati bulmamızın önüne set çekiyor. E. F. Schumacher, Küçük Güzeldir adlı kitabında günümüz insanının bu hastalığına şöyle bir teşhis koyuyor: “Tüm öteki erdemlerin anası olarak tanımlanan basiret, günümüzde eş anlamlı olarak kullanılan kelimelerde tam anlamını verememektedir. Hemen kullanılabilecek ve maddi yarar getirecek bir şey vaat etmeyen her şeye sırt çeviren ve değersiz sayan, yaşam karşısında küçük hesaplı, bayağı bir tavır takınışın tam karşıtı bir anlam taşımaktadır aslında. Basiret, hakikat bilgisinin, gerçekliğe uyan kararlara dönüşmesi anlamına gelir. Şu hâlde, bugün basiret erdemi üzerine düşünmek, bu erdemi geliştirmekten daha önemli ne olabilir? İnsanlar hep şunu sormaktadırlar: Gerçekten ne yapabilirim? Yanıtı şaşırtıcı olduğu kadar basittir de her birimiz kendi içimize bir çekidüzen vermeye çalışabiliriz, bu çabamızda elimizden tutup yol gösterecek olan bilim ve teknoloji değildir; insanlığın geleneksel bilgeliğindedir aradığımız yol gösterici.” Evet bu metinde iki önemli yer var, birincisi kendi içimize bir çekidüzen vermek, ikincisi ise bu hesaplaşmayı yaparken bilimi ve teknolojiyi değil, insanlığın kadim bilgeliğini rehber edinme gereği. Tabii burada Schumacher’in insanlığın kadim bilgeliğinden kastettiğini biz Hazret-i Adem’den başlayarak, Rabbimizin bize gönderdiği ilahi mesajlardan beslenen bir bilgelik olarak anlıyoruz. Günümüzde kayıp olan ve maalesef aramayı bile büyük bir çoğunluğun aklına getiremediği gerçek bu bilgeliktir.

Peki bundan neden uzak bir hayat yaşanmakta ve bu hayatta ısrar edilmektedir? Aynı yazarın aynı kitabından küçük bir alıntı daha yapalım: “Ekonomik düşünme, pazara dayalı olduğu ölçüde, hayatın kutsallığını silip atar, çünkü fiyatı olan bir şeyde kutsallık olmaz. Bu bakımdan ekonomik düşünme tarzının toplumun tümüne egemen olması şaşırtıcı değildir, güzellik, sağlık ya da temizlik gibi basit değerler bile ancak ekonomik oldukları sürece yaşayabilir.” Çok büyük bir cüretle kurmuş yazar cümlelerini. Örneğin fiyatı olan bir şeyde kutsallık olmaz yargısı çok çarpıcı. Ancak çağın işleyişine bakarak anlayabiliyoruz bunu. Her şey maddi bir değer üzerinden yürütüldüğü için manevi değerler teorik kalıveriyor ve dünya düzeni kocaman bir bataklık haline gelerek insanlığı yutuyor. 

Eve götürdüğümüz ekmek, kadın erkek ilişkileri, anne babanın evdeki konumları, oğlanın kızın içtimai hayattaki yerleri... bütün bunlar büyük ekonomiyi yönetenlerin inisiyatifine girdiği için ve de para kazanmada her yolun mubah görüldüğü bir ortam oluşturulduğu için, günahlar yasaklarla bertaraf edilemiyor, insanın hali vakti yerindeliği içindeki kara bulutları dağıtmaya yetmiyor ve maalesef toplumsal travmalar art arda yaşanıyor çağın sahnesinde.

Allah’ın gönderdiği vahyin yerini, kul aklı ile örten modern sistem, sürekli mağdur üretiyor, mazlum ahı alıyor ve ardında viran şehirler, harap görüntüler bırakarak başka bir talana doğru yürüyor. Bu düzeninin devam etmesi, güçlenmesi ve her geçen gün devasa bir boyut kazanmasının aslında bir tek sebebi var: bu da Müslümanların basiretinin bağlanmasından başka bir şey değil. Bu ölü toprağını üzerinden atmaz, gafletinin hücresinden çıkamazsa, hakkın savunucuları, bu zulüm yaşamaya devam eder. Zalimler zulümle abat olamazlar ama hakkı ayakta tutması gerekenlerin ataleti, iki cihanda da kendilerine hüsran getirmeyi sürdürür. 

Renklendirilmiş, sahte bir hürriyetle süslenmiş ve insanlar için cazip hale getirilmiş konforlu hayatlar, yaşam mühendisleri tarafından empoze edilip dururken, hakikatin askerleri susar, korkar, geri durursa cennetten cehenneme bir oluk akar durur. Basiretin bağını çözmek tek çaremizdir.

Sevgiyle kalın.