Hemen tüm ülke ekonomileri, nedenleri farklı olsa da deyim yerindeyse diken üstünde yürümeye devam ettiği bir haftayı tamamladı. Bir yandan FED toplantısından ne tür bir karar çıkacağı, her ne kadar faiz artırımı uygulamasına geçilmeyeceği herkes tarafından kabul edilse de, geleceğe yönelik ipuçları çıkarmak amacıyla dikkatle takip edilirken, diğer yandan AB (Euro Bölgesi), Japonya ve Çin merkezli başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin seyri ciddi olarak mercek altına alındı. Ülkemiz kamuoyu ise, yaklaşan genel seçim sonuçlarının getirebileceği ekonomik ve siyasal belirsizliğinin etkileri ile gelecek üzerine tahminlerin yapılması üzerine yoğunlaştı.
Çarşamba günü yapılan FED toplantısından beklendiği gibi faiz artırılması kararı çıkmadı. Böyle bir kararın alınmasında başrolü, aylardan beridir olduğu gibi yine ABD ekonomisiyle ilgili verilerin papatya falı misali iyi (işsizlik maaşı almak için müracaat edenlerin sayısının azalması, rezerv paraya sahip olması) ve kötü sonuçları (enflasyon oranının %2’lik hedef orana ulaşmaması, işsizliğin azalma hızının yavaşlığı, tüketici beklenti endeksinin düşmesi, doların FED kararının Aralık ayına ertelenmesi sonucu doların değerinin artmasına bağlı olarak ihracat artışının hedeflenenin altında kalması) içermesi oynadı. Ayrıca AB, Japonya gibi gelişmiş ekonomilerinin bir türlü durgunluk sendromundan çıkamaması, üstelik Çin, Brezilya, Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerin politik ve yapısal ekonomik sorunları nedeniyle bir türlü resesyonu önleyememesi sürecin uzamasına yol açtı. ECB ve Çin Merkez Bankası’nın piyasalarını canlandırabilmek için para musluklarını açmak için cömert davranacakları da göz önüne alındığında, FED’in Aralık ayındaki bu yılın son toplantısında faiz artırması bile tüm dünya için büyük bir sürpriz olur. Ama özellikle 2015 yılının ikinci yarısında eyalet FED başkanlarının 2015 yılında faizlerin yükseltileceğini devamlı belirtmeleri, diğer tüm ekonomilerin belirsizlik ortamına düşmesine neden olarak, uzun vadeli karar almasını engellemektedir. Bu sürecin bir sonraki yansıması ise global üretim miktarını yavaşlatarak, kartopu misali küresel ekonomik büyümeyi düşürmesidir. Üretim ekonomisine göre daha çok fazla likit olan Mali Piyasalarda ise, haliyle tedirginliğin üst düzeyde seyrettiği görülmektedir. Ortaya böyle bir durum çıkınca, gelecek birkaç yıl için küresel ekonominin büyüme hızının yüksek oranda gerçekleşeceğini ümit etmek, fazla iyimserlik olacaktır.
Çin ekonomi yönetiminin politika faizini, zorunlu karşılık oranını düşürmesine, mali sektörün önünün açılması amaçlı serbestleşmesine yönelik uygulamaları devam ediyor. Buna rağmen uzun süredir ekonominin canlandırılması için alınan ekonomik kararların bir türlü beklenen olumlu sonuçları verememesi, Çin ekonomisi üzerinde şüphelerin yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Çin bu düşük kalkınma oranından (%7 olarak belirtilen ama daha düşük olduğu şeklinde yüksek şüpheler var) kurtulabilmek için ucuz iş gücüne dayanan rekabet avantajı kolaycığını bırakıp, Almanya, Japonya gibi ülkeleri örnek alarak yüksek teknolojili ağırlıklı kaliteli mallar üretecek biçimde ekonomi yapısını baştan aşağıya dizayn etmelidir. Bunu kendisi olduğu kadar tüm dünya ülkeleri için yapmalıdır. Çünkü ABD, Almanya, Japonya ile birlikte global ticaret hacminde alıcı ve satıcı olarak en büyük bir kaç ülkesinden biri konumundaki Çin ekonomisinin durgunluğu, Çine mal satan ülkelerin ihracat ve ithalat gelirleri yanı sıra istihdamını azaltıp, bumerang gibi tüm ülkelerin ekonomik yapılarını sarsacaktır.
Ülkemizle ilgili son ekonomik verilerden özellikle dayanıklı tüketim ve yatırım malları imalat sanayinde kapasite kullanım oranının artması, kısa ve orta vadede istihdam açısından geleceğe yönelik olumlu bir gelişmedir. FED’in faiz artırım politikasında kendi ve küresel ekonomideki yavaşlamayı baz alarak biraz daha bekleyeceğine dair sinyaller vermesi, TL’nin dolar ve euro değer kaybetme sürecinin durmasını sağladı. Ekonomik açıdan iyi diye nitelendirebileceğimiz gelişmeler yanında dün yapılan genel seçimin getirebileceği ekonomik ve siyasi sorunlara bağlı olarak reel kesim güven endeksinin düşmesi gibi geçici olumsuzluklarda yok değil. Ancak en başta ülkemizin, uzun yıllardan beri enflasyonu ortalama %8, işsizliği de %10’luk bandın altına düşüremememiz gibi temel sorunları yanında, ithalata dayanan ihracat sarmalından kurtulamamamız ve sürdürülebilir yüksek kalkınmayı sağlayamamamız gibi yapısal ekonomik açmazları bulunmaktadır. Söylenenin aksine beşeri sermaye niteliğimizin düşük olması ve TÜRKİYE ortak paydasında ülke olarak birleşemememiz ise tüm sorunların ağırlaşmasına yol açmaktadır. Bu nedenle 80 milyon olarak aynı gemide olduğumuzu anlayıp, iç ve dış güçlerin ülkemizi zayıflatacak hiçbir eylem ve söylemine aldanmadan; iktisadi, siyasi, sosyal, hukuksal, kültürel, demokrasi çıtasını daha fazla yükseğe çıkarmak için, samimi bir niyetle her zamankinden çok daha fazla çalışmalıyız. Yapılan seçim sonuçlarının, tek başına mı koalisyon mu şeklinde kurulmasının tartışılmasından ziyade, ülkemizin geleceğini yüceltmek adına iyi niyetle mi gayret gösterilecek yoksa ülkemizi siyasi ikbal veya kaosa sürüklemek amaçlı iç/dış güçlerin taşeronluğu mu yapılacak, penceresinden değerlendirilmesi gerekir. Temiz bir niyet olduktan sonra, 80 milyon her güçlüğü aşar. Değilse tekrar en başa döner, yıllardır kendi kendimizle yaptığımız kavga yanımıza kar kalır; tabii aynı zamanda ekonomik geriliğimiz, yoksulluğumuz, kısır çekişmelerimiz, göz yaşlarımız, ülkemizin karanlık geleceği de!...
Soru: Bir malın kullanım değeri, değişim değerine eşit midir? Neden?...
Sözün Gözü: Kişi ancak emdiği sütün helallığı kadar adamdır.