‘’Kim Allah’a tevekkül ederse, Ona yeter.’’ (TALAK, 3)
*
Duvardaki çatlaktan kafasını dışarı çıkaran gariban fare, çiftlik sahibi ile karısının
bir paket açtıklarını gördü.
"İçinde yiyecek mi var?" diye düşünürken bir baktı ki fare kapanı.
Hemen kümese koşup alarm verdi:
"Evde kapan var! Evde kapan var!"
Tavuk gıdaklayıp kafayı kaldırdı ve:
"Bay fare, bu sizin için ciddi bir sorun olsa da beni ilgilendiren bir tarafı yok ne yazık ki."
Fare dönüp bu sefer meradaki koyuna:
"Evde kapan var, evde kapan var" dedi.
Koyun aldırış dahi etmedi önündeki otu yerken:
"Üzgünüm bay fare, emin ol senin için dua edeceğim" dedi.
Fare bu kez ahırdaki ineğe yöneldi:
"Evde kapan var! Evde kapan var!" diye bağırdı nefes nefese.
İnek, "Senin için üzüldüm, ama burnumu sokacağım bir şey değil," dedi sadece.
Fare boynu bükük, mahzun halde dönmüş yuvasına.
Yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde, fare kapanı ile artık tek başına başa çıkmaya çalışacaktı.
O akşam evde, alışılmadık bir ses duyuldu. Sanki bir kapan avının üzerine kapanmıştı.
Sese koşan çiftçinin karısı, karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını görmemiş,
yılan da onu ısırmıştı.
Bunu gören çiftçi can havliyle karısını hastaneye koşturdu, karısı eve ateşli döndü.
Ateşli insanlara ne verilir? sıcacık bir tavuk çorbası.
Tavuk acilen pişirilmiş. Ama kadın hala iyileşememiş.
Eş, dost, ahbap, hasta ziyaretine gelince, çiftçinin de aklına ahırdaki koyunu çıkarmak gelmiş.
Eee tabi o da sofraya koyulmuş. Ama çiftçinin karısı iyileşememiş, ölmüştü.
Çok kalabalık gelmişti cenazeye ama ne kalabalık!..
Bu sefer de konukları doyurmak için kesilen inek oldu.
Fareye de olan biteni deliğinden izlemek kaldı...
*
İşte, neme lazımcılık böyle bir şeydir… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın denilirse, o yılan büyür, büyür. Gün gelir ejderha olur seni de yutar. Komşunun evi yanarken “neme lazım” denilirse, o yangın bir süre sonra senin de evini yakacak demektir. Yeni başlayan yangını bir kova su ile söndürmek mümkün iken, bir süre sonra itfaiye ile dahi söndürmek mümkün olmayacaktır.
Ferdî ve sosyal hayatımızın kalitesini bozan vurdumduymazlık hastalığı "sosyal bilinç" ile tedavi edilmelidir. Kişi ve toplum; bir belâ ve musibeti yaşamadan, başkalarının başına gelen hadiselerden ders ve ibret alabilmelidir. Cahiliye ahlakında “umursuzluk” o kadar yaygındır ki, insanlar birbirlerinden sürekli olarak “boşver, aldırma, hiçbir şey olmaz” gibi sözler işitirler, hatta bu sapkın durumdan dolayı insanlar, herhangi bir tehlike karşısında tedbir almaya veya tedbir alınmasını teklif etmeye utanırlardı. Çünkü korkaklıkla suçlanırlardı. Hayat sanılandan kısa ve hepimiz birbirimizin halı tezgahında hayati öneme sahip iplikleriz. Öyle ya da böyle hayatlarımız birlikte dokunuyor…
Tüm varlıklar etrafında meydana gelen gelişmelerin doğrudan ya da dolaylı olarak bu gelişmelerin etkilerine maruz kalır. Bazıları dünya yansa bir çuval samanı yanmadan yani kendine bir zarar vermedikten sonra az ötesinde olanları önemsemeyerek vurdumduymaz bir hayat devam ettirebiliyor. Umursamazlık duygusu, insanın hayatla olan bağlarını zayıflatıyor, enerjisini azaltıyor. “Sana mı kaldı bunu düşünmek?” sorusu ya da “üstüne vazife mi?” diyerek şevk kırmak, hissizleştirilmiş, zihni çabasını tüketmiş toplumların hastalığıdır. “Sadece günü yaşa” diyen, ama düşünmeyen, ilgisizlerden olmamak için siz bir umursayan olun. Varlığınızı belli edin.
Umursayın! Hayatı, İnsanları, Türkiye’yi, Dünyayı, Kainatı, Ölümü, Ahireti, Sonsuzluğu…