Bal

Hatice Bildirici

                                                                        Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,

                                                                         Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;

                                                                        Başakları devşirip otları ezeceğim,

                                                                       Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr.

                                                                        

                                                                                                         ARTHUR RIMBAUD

                                                                                                              ( Filmden ...)


                                                                                                                        

Bal[1], bizi ormanın derinliklerinde Tanrı’nın şiirini aramaya çağıran bir film.

Semih Kaplanoğlu’nun 2010 yılında gösterime giren filmi Bal, “Yusuf Üçlemesi” isimli serisinin son filmidir. Bu üçlemenin kahramanı Şair Yusuf, serinin ilk filmi olan Yumurta(2007)’da olgunluk çağındadır. Süt(2008)’te şairin gençliği aydınlatılır. Bal ise Şair Yusuf’un çocukluğunu bir ormanın derinliklerinde arar. Bu üç film de “Yusuf Kıssası”na telmihlerle kurulmuş. Kahramanlardan çok eşyanın dile geldiği müziğin kullanılmadığı bu filmler, ortak noktalarına karşılık birbirlerinden tamamen bağımsız olarak ele alınmaya müsait yapıda kurgulanmış. Kanaatimce bu üç filmin içinde en dikkate değer olanı Bal’dır. Nitekim bu film 60. Uluslararası Berlin Film Festivalinde “Altın Ayı” ödülünü aldı. Dünya çapında öneme sahip böyle bir ödülü Metin Erksan’ın Susuz Yaz filminden elli beş yıl sonra hak etmiş olan diğer Türk filmi olarak ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.

 İzleyici, sözlü ve yazılı geleneğe ne kadar ilgi duyuyorsa teknolojinin verdiği hasara ne kadar tepkiliyse bu filmi o denli kendine yakın görecek ve son karede Yusuf’un bir ağacın kovuğuna sığınması gibi kendini ulu bir ağaca yaslanmış bulacaktır.

Bal, Şair Yusuf’un dünyaya bakışını biçimlendiren incelikli ayrıntılara, bir peygamberi andıran babasına, babasıyla aralarındaki özel bağı anlatır. Evlerindeki ilişki biçimleri, yoksulluğun izleri, dayanışma, tabiatın ritmiyle uyum içindeki huzur, kahramanın geleceğini işaret eder. “Bir şairin çocukluğu nasıldır?”sorusuna cevap aranır seslerin çok, kelimelerin az olduğu bu filmde.

Kahramanımız bir oğlan çocuğudur. Okula yeni başlamıştır. Anne ve babasıyla Karadeniz’de bir orman köyünde yaşar. Babası ormanın derinliklerinde, yüksek ağaçların üzerine kurulmuş el yapımı kovanlarda üretilen kara kovan balcılığıyla uğraşır. Annesi ise çay toplar. Bu yoksul ve sessiz ailenin tek çocuğu olan akıllı ve hassas kahramanımız, diğer çocuklardan başkadır. Babasının adı Yakup’tur. Yakup’un oğlu Yusuf kime benzeyebilir ki? Gelecekte şair olacağını bildiğimiz Yusuf, içinde yaşadığı ormana benzer belki. Orman gibi sırlara sahiptir, sahicidir, derindir ve uğultuludur içi. Koyu, kesif renkleri vardır ve herkesin duyamayacağı sesleri. Aslında bu orman köyünde sanki herkes özenle sesiz olmayı tercih etmiştir. Film bize bu alçak sesle konuşma, gerekmedikçe konuşmama hâlini, ormanın ulvi seslerine karşı saygılı bir duruş olarak gösterir.

Yusuf, bir sabah,  gördüğü rüyayı biricik sırdaşı olan babasına aynı “kıssa”daki gibi anlatır. Babası ona rüyaların ortalıkta anlatılmayacağını söyler. Yusuf da babasının kulağına fısıldar rüyasını. Büyük bir ağaç ve yıldızların olduğunu anladığımız bu rüya,  ikisi arasında sonsuza dek kalacak bir sırdır.

Yakup, soyu hızla tükenen Kafkas arılarının peşinden uzak bir ormana gider. Çünkü son zamanlarda köyün yakınlarındaki arılar ya bal yapmaz ya da kovanlarında ölmüş olarak bulunur. Babasının gidişiyle Yusuf iyice sessizliğe gömülür. Ne kadar uğraşsa da annesi Yusuf'u konuşturamaz bir türlü.

Filmde mekân, zamanın üstlenmesi gereken rolü elinden almış gibi görünmektedir. Büyük mekâna ve eşyaya ısrarla gözünü diken kamera, elinden tuttuğu izleyiciyi görünenlerin ayrıntılarında, tabiatın seslerinden de destek alarak, zamana ait bir derinliğe doğru sürükler. Her akşam Yusuf’un önüne koyulan bir süt bardağı boş ya da dolu olarak yakın planda gösterilirken yönetmen, Yusuf’un eşya ile ilişkisi üzerinde düşünmemizi istiyor gibidir. Bu kareler Yusuf’un ne gördüğü, ne hissettiği ve aklından neleri geçirdiğini anlayalım diye aralanmış bir zaman perdesine dönüşür. Her biri metafora dönüşen unsurlar, zamana boyut kazandırır. Eşyayı ve ona bağlı olarak insanı anlamlı hale getirir. Kaldı ki Semih Kaplanoğlu film üzerine konuşurken, “ Sadece estetik kaygı veya gerçeklik kavramından öte, zamanın bende daha başka karşılıkları var.”[2] diyerek filmlerindeki zaman algısına dikkat çeker.

Yönetmen, kaybedilen manevi değerlere, samimi insan ilişkilerine ve doğal hayata dönüp yeniden bakmamızı ister. Kameranın eşyaya ve tabiata dikkatli bakışı ile adeta seyirciye, “Sen de böyle dikkatli ve yavaş bak!” denmektedir.

Filmlerini “insanın fıtratına, onun yaratılış sırrına yaklaşma çabası” olarak niteleyen yönetmen, dünyaya gelirken getirdiğimiz bozulmamış, insanın güzel fıtratını bal ile bir metafora dönüştürmüş.[3] Kişilerin ve mekânın, olay ve zamanın önünü keserek temayı kendine has bir üslupla gösterdiği bu film, izleyicisini şehrin ve iş yaşamının sayısız labirentlerinden alıp sinemanın büyülü dünyasında iki saatlik bir yolculuğa çıkaracaktır. Bu yolculuk belki de içinde yaşadığımız dünyanın keşmekeşine bir nebze de olsa yabancılaşmamızı sağlayacak ve bize yeniden sorular sorduracaktır.


[1] Yönetmen: Semih Kaplanoğlu Yapımcı: Kaplan Film Production Senaryo: Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal              Oyuncular: Bora Ateş, Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen     Ödüller: 60. Berlin Film Festivali “En İyi Film”, 13. RiverRun Uluslararası Film Festivali, “En İyi Film” ve ”En İyi Görüntü Yönetmeni”.

[2] Elif Nesibe Özbudak, “Semih Kaplanoğlu ile Röportaj”,  1 Mart 2010, Aksiyon

[3] http://www.kaplanfilm.com/tr/bal.php