Her mesleğin kendine has yürütüm şartları vardır ve o mesleği icra eden kişilerin de tutuldukları meslek hastalıkları vardır.
Bilmeyenler için söyleyelim, Sosyal Güvenlik Kurumu, işinin gereği meslek hastalığına tutulmuş olan kişilere sürekli iş göremezlik geliri bağlar. Emeklilik şartlarını tamamlamışsa, Kurum o kişilere aylık da bağlar. Mevzuat böyledir. Devletimiz cömert yani…
Meslek hastalığına tutulup da devletimizin cömertliğinden yararlanmayan bir meslek erbabı sayacak olursak, kanaatimce bakanlarımız ilk sırada yer alır.
Bakanlarımızın en yaygın meslek hastalığı, taşra teşkilatındaki yöneticilerinin katlandıkları zorlukları görmezden gelmek, olsa gerektir.
Bu hastalığa, en çok da Milli Eğitim Bakanlarının tutulduğunu, yaşayarak görüyoruz. Gördüklerimize gözlerimiz, duyduklarımıza da kulaklarımız şahitlik ediyor.
Sayın Bakanımız, bir okulu geziyor ve “Bu okulun hali ne?” diye İl Milli Eğitim Müdürünü paralıyor. “Para istedin de vermedik mi?” diyerek bir de o taraftan paralıyor.
Paraya boğulan müdürümüzün de “Evet, para göndermediniz Sayın Bakanım!” diyecek hali kalmıyor.
Sayın Bakanımız en yakıcı son cümleyi de kuruyor: “Beni gezdirdiğiniz okul böyle ise, gezdirmedikleriniz kim bilir nasıl…”
Bütün bu yaşananlar, herkesin gözü önünde, tüm Türkiye’nin şahitliğinde gerçekleşiyor.
Münferit gibi görünen bu olayı, bu zamana kadar yaşatmamış bir Milli Eğitim Bakanının ve yaşamamış bir il müdürünün veya okul müdürünün olduğuna ihtimal vermiyorum.
Çünkü bu sorun, Türkiye’min yıllara sâri bir sorunudur.
Kökeninde; iletişimsizlik, ehliyetsizlik, ferasetsizlik, hamiyetperversizlik ve diğergamsızlık yatan bir sorundur ve tek taraflı değildir.
Kökeninde yukarıda saydığımız unsurların yattığını düşündüğümüz bu soruna ilişkin açık uçlu sorular soralım:
Milli Eğitim Bakanlarımız, taşra teşkilatlarındaki il ve ilçe müdürlüklerinden, tüm düzeydeki okullarımızın maddi imkanlarından, okullarımıza ayrılmış bütçeden gerçekten haberdar değiller mi?
Milli Eğitim Bakanlarımız, taşradaki bütün teşkilatların durumundan haberdar ve okullara ayrılan bütçenin de bütün ihtiyaçları karşılayacak düzeyde olduğunu düşünüyorlarsa ya da biliyorlarsa, o zaman il müdürlüğüne, ilçe müdürlüğüne, okul müdürlüğüne atanan kişilerin kabiliyetsizliğine, ehliyetsizliğine ve hamiyetperversizliğine hiç mi ihtimal vermiyorlar?
Milli Eğitim Bakanlarımız, taşra teşkilatlarında en doğru insanlara mı yetki verildiğini zannediyorlar?
Taşradaki idarecilerimiz için de bir soru soralım:
Taşradaki il müdürü, ilçe müdürü veya okul müdürü, gerçekten ehliyetli bir insan ise ve makamını kabiliyeti ve tecrübesi ile hak ettiğini düşünüyorsa ve maddi imkânsızlık yüzünden okulunda düşündüğü iyileştirmeleri yapamıyorsa, bu okulun hali ne, para istedin de vermedik mi, diyen bakana, “evet sayın Bakanım, yeterli para göndermediğiniz için yapamıyoruz, bütçemiz ancak buna yetiyor” niye diyemiyor?
Sözü kaleme söyletmek kolay, erkeksen gel sen söyle, diyenler olabilir. Benim dememe imkân yok. Çünkü, İl Milli Eğitim Müdürü değilim, İlçe Müdürü değilim ve okul müdürü değilim.
Değilim fakat lâzım olanı bilirim.
Bize, milli eğitim teşkilatında bir serdengeçti lazımdır. Böyle bir serdengeçtinin yetişebilmesi için de yetki ve makamın kurbiyetle değil kabiliyetle kazanımına, görevine gününü değil gönlünü verecek insanların seçilmesine imkân verecek bir liyakat sisteminin tesis edilmesi lazımdır.
O serdengeçti, aynı soruyla muhatap olduğunda; gözünü budaktan sözünü dudaktan sakınmayacak bir yiğit olmalıdır ve “Para gönderdiniz de biz mi harcamadık Sayın Bakanım?” diyebilmelidir.
Böyle bir insan, belki kendi koltuğundan olur ama bütün okullarımızı parasızlıktan kurtaran bir kahraman olarak eğitim tarihimizdeki yerini alır ve başına giydireceğimiz tacı, kralı gelse alamaz.
Bu satırları kaleme alış sebebimizi de yazalım.
Ben bir öğretmen değilim fakat çocuklarımı okullarına kaydederken küçük de olsa yaptığım gönüllü bağışlar sırasında idareci hocalarımızın, okullarının ihtiyaçları adına nasıl da gözlerinin parladığını ve sevindiklerini müşahede etmiş bir veli olduğum ve para hususunda taşradaki idarecilerimize haksızlık yapılmasını doğru bulmadığım için bu satırları kaleme alma ihtiyacı hissettim.
Sayın Bakanımızın, o diyalogdan sonraki ilk işinin, bütün okullara ayrılan ödeneklerin tespit edilip önüne bir rapor sunulmasını istemek, olduğunu umduğumu son not olarak ifade etmiş olayım.