Tarihi eserleri bakımından Türklük'ün sayılı şehirleri arasında yer alan Konya, Selçuklular'a iki asırdan fazla başkentlik yapması sebebiyle, Türk mimarisinin gözde eserleri sayılan abidelerle süslenmiştir.
Bu yönden Selçuklu Devri'nde Konya; Bursa, Edirne ve İstanbul'dan önce "En muhteşem Türk şehri" mertebesine yükselmiştir.
Ama ne yazık ki Konya'da Türk-İslam döneminden önce yapılan eserlerin ve Selçuklu Dönemi eserlerinin çoğu günümüze ulaşamamış…
Mesela Selçuklu devrine ait tek saray örneği Beyşehir'de bulunuyor.
Kubadabad Sarayı’ndan sonra bir de Alaaddin Camisi ve İnce Minare günümüze kadar gelmiş.
Elbette irili ufaklı bazı eserler nispeten ayakta duruyor ama Selçuklu’yu günümüzde yaşatacak çapta değil ne yazık ki.
En önemli kaybımız ise, iç kale ve kent surlarıdır.
Selçuklu dönemindeki sur içi bölgesi ve iç kale mahallesi günümüzde ayakta kalsa ne de güzel olurdu oysa.
Selçuklu mimari mirasını barındıran bölgelerde çok katlı yapılaşmanın oluşmuş olması geçmiş yöneticilerin bir ayıbıdır.
Neyse ki, Alaeddin Tepesi’nde başlayan restorasyonun bitimine çok az kaldı.
Yeni restorasyon, görsel açıdan kesinlikle çok büyük eleştiriyi hak etse de eskiden yapılan restorasyonları düşününce diken diken olan tüyleri biraz olsun yumuşatıyor.
Bence asıl önemli olan aşağıdaki ayıbın hala temizlenememiş olması.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin sekiz hükümdarıyla birlikte bazı şehzadelerin kemikleri, türbelerinin restore edileceği gerekçesiyle bundan 70 küsur yıl önce kabirlerinden çıkartılıp, yıllar boyunca da oradan buraya taşınmış ve çok afedersiniz ama hatta köpeklere yem edilmişti.
Geçtiğimiz akşam MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısı bu açıdan çok önemli.
MHP lideri Devlet Bahçeli, elleri öpülesi hünkârlarımızın ebedi istirahatlerine tevdi ve teslimini; tarih görevi, devlet görevi, milli vefanın ve bekanın omuzlarımıza yüklediği ertelenemez sorumluluk olarak niteledi.
Umarım Bahçeli’nin bu çağrısı yanıt bulur ve Alaaddin Tepesi’nde devlet erkanının katılımıyla görkemli bir defin işlemi yapılır.
Bu çağrının yanıtsız kalmayacağını düşünüyorum.
Konya olarak, Selçuklu Devleti’ne hak ettiği anlamda sahip çıkabildiğimizi düşünmüyorum.
Mesela, İnce Minare Medresesi’nin, gerçek boyuttaki replikasıyla Konya'ya Selçuklu tarzı şöyle bir camii yapamadık hala.
İnce Minare olanca masumiyetiyle ayakta durmaya çalışıyor hala.
Tarih kayıtlarına göre; 1930 yılında Mustafa Kemal Paşa Konya'ya gelmese ve İnce Minare Medresesi'nin önünden geçmese bugün İnce Minare diye bir yapı da kalmayacakmış aslında ortada.
O yıllarda Konya’da tam 200'e yakın eser zarar görmüş.
Batılılaşma düşüncesi, modernlik adı altında ecdad eserlerine karşı bilinçli veya bilinçsiz şekilde zarar verildi.
Örneğin; 1927'de çıkarılan bir yasayla, Aziziye Camii'nin üç girişinde yer alan Sultan Abdülaziz'in tuğraları kazınıp atılmıştır.
Bugün dahi dünyada önemli bir yapı olarak görülen İnce Minare Medresesi’nin batı kısmı da sırf evinin önünü kapatarak Alaeddin’i göremediği gerekçesiyle Fahrettin Altay Paşa’nın emri ile yıkılmıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı anılarında, ‘Camiler, medreseler, minareler bir baston işaretiyle mahvoluyordu’ diye bahseder Fahrettin Altay’dan.
Fahrettin Paşa, tüm bunları imar gerekçesiyle yapmıştır. Fakat yaparken de medreseler, mezarlıklar, çeşmeler tahrip edilmiştir.
Fahrettin Altay’ın özellikle 1925-1932 yıllarında bastonuyla ortaya koyduğu yıkıma karşın, ona bir itibar addedilmesi ise Konya için üzücüdür.
Konya’da görev yaptığı 1925-1932 yıllarında onlarca ecdat yadigârına zarar veren, medreseleri yıktıran, türbe ve camileri ahır olarak kullanan, sultan kemiklerini köpeklerin önüne atan Fahrettin Altay’ın isminin milli tanka verilmesi düşündürücü.