Avrupa’ya 60 yıl önce göç etmeye başlayan, başlangıçta misafir işçi olarak adlandırılırken zamanla oranın kalıcı unsuru hale gelen insanımız kendini ne Türkiye’de ne de Avrupa’da anlatabiliyor.
Bulundukları ülkelerde vatandaşlık almaya başlamalarıyla başlayan süreçle, geçici statülerini yavaş yavaş kalıcı hale getirdiler. Bugün Avrupa’da yaşayan Türklerin kahir ekseriyeti oranın kalıcı unsuru olduklarını ve asla dönme niyetini taşımadıklarını söylüyor.
Ana vatanları olan Türkiye ile ilişkilerini de kaldırıp atmıyor, diaspora tanımını haklı çıkaracak davranışlar sergiliyorlar. İkili bir sadakat duygusu geliştirip, hem Avrupa’yı hem de Türkiye’yi birlikte kabulleniyorlar.
En azında yılda bir kez Türkiye’ye gelmek, burada bulunan hısım ve akrabalarıyla hasret giderip, ana vatanla bağlarını kesememek büyük çoğunluğunun asgari isteği durumunda.
Yaşadıkları ülkelerin vatandaşlık hak ve sorumluluklarına muhatap olmaları yadırganacak bir şey değil. Bu, sadakatlerinin bölündüğü ya da başka milletlere aktarıldığı anlamına gelmiyor.
Geçtiğimiz seçim döneminde kendilerine uzatılan mikrofonlara değerlendirme yapan Avrupa’lı Türklere karşı bir takım kesimlerce oluşturulan olumsuz algı hakikaten rahatsız edici boyutlara ulaştı. Birileri ‘tuzu kuru’ diye nitelendirdikleri bu insanlara karşı bilinçli bir düşmanlık yapıyor.
Bilinçsiz insanlar da olayın değişik boyutlarının farkında olmadan bu saldırı kampanyasına katılıyorlar.
Geçen hafta içinde bir televizyon kanalına kamuya açık bir alanda mülakat verirken, Avrupalı bir ailenin yaklaşarak, Avrupa’ya dair hararetli değerlendirmelerini benimle paylaşmaları uzunca süredir dikkatimi çeken bir konuyu gündemime taşıdı.
Bulundukları ülkelerdeki ırkçılık ve yabancı düşmanlığına benzer ifadelere Türkiye’de, kendi yakınlarından muhatap olmaları kendilerini epeyce incitmiş.
Avrupa’da yaşayan, oranın iyi-kötü şartlarını tecrübe eden, aynı zamanda Türkiye’yi de bizzat yaşayarak, 365 gün televizyon kanallarını izleyerek takip eden insanlara ‘sen bilmezsin’ denilmesini içlerine sindiremiyorlar.
Toplumda oluşturulmaya çalışılan travmayı ve yabancı düşmanlığını besleyici kaynaklar nereden gelirse gelsin lanetlenmelidir.
Fitne ateşi şimdi de kendi içimizde alevlendirilmeye çalışılıyor.
Avrupalı Türkler hakikaten rahatsız. Medya organlarında başlatılan ve topluma yayılma eğilimi gösteren düşmanca tutum ve davranışların her geçen gün artarak devam etmesi moral ve motivasyonlarını bozduğu gibi, düşmanlığı iki taraflı besleme boyutlarına ulaşıyor.
Kimilerinin bu insanları döviz kaynağı olarak görmesi, kimilerininse dejenere olmuş insanlar olarak yaklaşmaları hakikaten cahillikten ya da kötü niyetten kaynaklanan bir bühtan.
Avrupa Birliği ile ilişkiler bozuldukça, Avrupa ekonomileri krize sürüklendikçe ve ırkçı saldırlar arttıkça ‘vatan’ seçmeye zorlanan insanların rahatsızlıkları daha da artıyor.
10 milyona yaklaşan Avrupa’daki Türk nüfusu dikkatle ele alınmak zorundadır. Bu nüfus iki tane Norveç demek.
İlk elden düşmanca değerlendirmeleri besleyen bilgi kaynakları kurutulmasıyla mücadeleye başlanmalıdır.
Başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere tüm bakanlıklar, kurumlar ve kuruluşlar özel politikalar geliştirmek durumundadır.
Avrupa’lı Türkler sadece seçim zamanı hatırlanmamalı, aksine seçimsiz dönemlerde onlara yönelik bilinçli, yoğun politikalar geliştirilmelidir.
Emlak vergilerini alan, diğer yükümlülüklerini karşılamasını isteyen yerel yönetimler, mesela, ne yapıyorlar?
Vergi mükelleflerinin taleplerini ve isteklerini hiç merak etmişler mi?
Türkiye açısından başta medya kuruluşları olmak üzere, kamu yönetiminin hangi özel politikaları geliştirdiğini bir sorumlu insan lütfen bizlerle paylaşsın.
Katar, Rusya, İran, İsviçre, Mısır veya Suudileri yanımıza çekelim derken, kendi insanımızı ittiğimizin farkında mıyız acaba?
Mevcut bakış açısıyla Avrupa’lı Türkler konusunda duvara toslamaya az kaldı.
Yazının yukarı kısmında bahsettiğim aile, çocuklarını Türkiye’ye yazın izne getirmekte zorlandıklarını da söyledi.
Gelecek yıl kendisinin de Türkiye’ye izne gelip, gelmeme konusunda kafasının karışık olduğunu hissettim.
Bu konuda da politika ya da politikasızlık alarm veriyor…