Avrupa’nın inanç haritasını ortaya koyması açısından geçtiğimiz hafta, Hollanda Merkezi İstatistik Bürosu (CBS)’in açıklamış olduğu veriler dikkat çekicidir. Buna göre, 2012 yılında ülke nüfusunun %46,2’si ateist iken bu oran yedi yıl sonra sekiz puan artarak 2019 yılında %54.1’e ulaşmıştır. Yani Hollanda nüfusunun %54,1’lik çoğunluğu kendilerini ateist olarak niteleyerek hiçbir inanca ait olmadıklarını belirtmişlerdir. 17 milyon 500 bin olan Hollanda nüfusunun %20,1’i Katoliklerden oluşmakta ve 2019 yılı itibariyle bunların %14’ü düzenli olarak kiliseye gitmektedir. Nüfusun %14,8’ini oluşturan Protestanların %50’si kiliseye gitmektedir. Nüfusun %5’ini teşkil eden Müslümanların da ancak %35’i en az ayda bir camiye gitmektedir.
Hollanda Merkezi İstatistik Bürosu (CBS)’in açıklamış olduğu bu verilerdeki sonuçlar, üç aşağı beş yukarı diğer Avrupa ülkeleri için de söz konusudur. Bu küçük resimden, büyük resmi çıkarmak hiç de zor değildir. Seküler, materyalist, hedonist/hazcı/zevkperest bir dünyadan başkasını beklemek de ham hayal olur.
Türkiye de bundan nasibini almaktadır. Üniversite gençliğinin %75’i değerlerine yabancı, laik, kemalist, deist veya ateisttir.
Bu istatistik merkezinin ortaya koyduğu tabloda en dindar kesimin Protestan Hristiyanlar olduğu anlaşılıyor. Çoğunluğu oluşturan Katolikler ise çok düşük oranda kiliseye devam etmektedir. Burada asıl bizi ilgilendiren Müslümanların durumudur. Yüzde 65 oranında bir çoğunluğun yolu camiye düşmemektedir. Bu oran çok düşündürücü ve kaygı vericidir. Avrupa’da camileriyle hizmet veren teşkilatlar şapkalarını önlerine koyarak düşünmek zorundadırlar. Avrupa’daki camiler Türkiye’deki gibi değildir. Değerlerini ve İslamî kimliklerini koruyabilmeleri için, hafta sonu dini eğitim dersleri, yaz kursları, eğitim kampları, kermesler, ev ve cami sohbetleri gibi her türlü aktivitenin yapıldığı bir karargâh konumundadır. Avrupa’da caminin kapsama alanından çıkan bir Müslüman, temas kurduğu kültür ve inanç havzasının etki alanına kaptırır kendini… Çünkü insan bulunduğu toprağın ürünüdür.
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır eserinde, “Hepiniz, topluca/cemaat olarak Allah’ın ipine sarılın” (3Âl-i İmran:103) ayetinin tefsirini yaparken şunları söyler: “Ben, kendi başıma, yalnızca dinimi imanımı koruyabilirim” demek tehlikelidir. Kendi başına kalmak isteyen fertlerin, iman ve İslam üzere ahirete gidebilmesi şüphelidir. Fert, zorlama ve baskı altında her şeyini kaybedebilir. Toplum asit gibidir. Ferdi, kimliğinden sıyırıp kendine benzetir. Bundan kurtulmanın yolu, cemaat içinde kalmaktır.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, II/405).
Avrupa’da yaşayan Müslümanlar, genç nesle sahip çıkmalıdır. Çünkü onlar bizim inanç değerlerimizi geleceğe taşıyacak olan kuşaktır. Onları bulundukları ateist, deist, laik, materyalist ortama terk edip savrulmalarını seyretmemelidirler. Aileler ve cami merkezli çalışan cemiyetler bu konuya ciddiyetle eğilip yeni cazip projelerle onları kazanma yoluna gitmelidirler. Çünkü gençlik, bir toplumun dinamiğidir. Bu dinamik unsurun maddi ve manevi donanımlı olması, hayati bir öneme haizdir. Çılgın, zinâkâr, hayatı umursamayan, gayesiz, geleceğe ait tasarımları olmayan, ufuksuz bir gençlik, toplumun sırtında bir kamburdur. Zamanında çaresine bakmadığı ve gençliği başıboş bıraktığı için de toplum, bu kamburun altında ezilmeye mahkûmdur.
Gençlik döneminin hayrı da şerri de, ömrün diğer dilimlerinden daha etkileyici ve kalıcıdır. Çoğunlukla gençlikte edinilen alışkanlıklar ve algılar bütün ömrü içine alacak şekilde devam etmektedir. Unutmayalım ki bize ait olmayan eğitim tezgâhlarında gençliğin ruhu çalınıyor. Boşluğa itiliyor. Beşeri ideolojilerin kurbanı oluyorlar. Ahirette hesap verme inancından tamamen uzak, dünyevileşmiş, şehvetinin peşinde pervasızca koşan Rabbe kul olmaktan kaçıp kula kul olmayı çağdaşlık ve demokratlık zanneden bir gençlik üretiliyor. Bundan dolayı da toplum olarak her geçen yıl bir önceki yıla göre, “değerlerine” daha uzak, “zevklerine” daha düşkün bir gençliğe şahit olmaktayız.
Şu halde eğitim, mikro planda çocukta şahsiyeti inşa faaliyeti, makro planda da yarınki cemiyeti kurma eylemidir. Bu faaliyetin ifası hakkıyla yerine getirilmeli, son kalemiz ve okçular tepemiz olan ailelerimiz çocuklarının dünyalarını imar ederken ahiretlerini imha etmemelidirler. Bugün Avrupa’da sahip çıkılmış genç kitlemiz vardır. Bunlara göz kulak olan, şefkat kanatlarını geren cemiyetlerimiz mevcuttur elhamdülillah. Ama bunu yeterli görmeyip kayıp yüzde 65’lik kitleye dönük canhıraş bir gayretin ortaya konulması en samimi beklentimizdir. Onlara sahip çıkılmazsa içi boşaltılmış, hayatı, göbeği ile dizkapağı arasına sıkıştıran, acûbe ve ruhen boş fertler ortalığı kaplar. Bu da biz Müslümanların büyük bir kaybıdır, neslimizin çoğunu Avrupa’ya gömmektir.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten/cehennemden koruyun” (Tahrim:6) ayeti çerçevesinde düşünerek dünyada açlık, işsizlik, şahsiyetsizlik ateşinden aile fertlerimizi korumaya çalıştığımız kadar, cehennem ateşinden korumaya çalışmıyoruz. “Bu ayette, kişinin, sadece kendisini Allah'ın azabından kurtarmasının yeterli olamayacağı, gücü yettiğince ailesini Allah'ın sevdiği kullar olacakları şekilde yetiştirmesinin anne-babanın sorumluluğu içinde olduğu bildirilmiştir. Şayet onlar cehennem yolunu tutmuşlarsa, gücü nispetinde onlara engel olmaya çalışmalıdır. Sadece onların bu dünyadaki refahlarını değil, ahirette cehennemin yakıtı olmamalarını da düşünmelidir.” (Mevdudi, Tefhim, Tahrim 6).
Sözün özü şu ki; kendimizi ve neslimizi bulunduğumuz ülkenin inanç ve kültürüne terk ettiğimiz zaman, inandığımızı yaşamadığımızdan dolayı yaşantımızı inanç haline getirerek dinimizden uzaklaşıp cehennem odunu olmaktan kurtulamayız. Bu durumda ateizm ve deizm de neslimiz arasında tırmanmaya devam eder.
Unutmayalım ki, Mehmet Akif Ersoy; “Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır” der bir beytinde… Ben de buna nazire olarak diyorum ki “Sahipsiz bir neslin batması haktır, biz sahip çıkarsak bu nesil batmayacaktır.”