AVRUPA ‘ASLINA DÖNÜYOR’

Prof. Dr. Önder Kutlu

Geçtiğimiz ay Paris’te bir dergiye yapılan saldırıdan sonra Avrupa aklını iyice yitirmeye başladı. Çok şiddetli tepki veriyorlar. Beyaz ve Hristiyan olmayanların temel hak ve özgürlükleri ciddi şekilde tehdit altında.

Son sekiz-on yıllık dönemde iyice derinleşen ekonomik kriz, bozulan sosyal barış, sıkıntıya giren siyasi istikrar da cabası. Her şeyden önemlisi toplumlarında var olduğunu iddia ettikleri çok kültürlülük, çok boyutluluk fikri zafiyete uğruyor.

Avrupa’nın, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde insan hak ve özgürlükleri çizgisinde uzlaşma merkezinde ortaya koyduğu görüntüyü ve önceki dönemdeki reflekslerini bir kenara bırakarak, ‘yeni bir bakış açısı geliştirme fikri’ bugün tel tel dökülüyor. Uzunca süre önce gömdükleri ‘savaş baltalarını’ tekrar çıkarıyorlar.

Bilmiyorum, Avrupa’yı takip ediyor muyuz? Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, Danimarka veya İsveç fark etmez. Hepsi aynı tepkiyi veriyor. Büyük bir travma geçiriyorlar. Asker ağır silahlarıyla sokaklarda devriye geziyor. Havaalanları, tren garları ve otogarlar kontrol altında.

Tam bir ‘korku imparatorluğu’ oluşturulmak isteniyor. Baskı sokaklara yayıldı. İnsanlar deri renkleri, isimleri ve görünüşlerine göre kategorize ediliyorlar.

‘Avrupa rüyası’ geçerliğini yitiriyor. Son 60 yıllık dönemde ‘özgürlük adası’ olarak nitelendirilen kıta bugün ayrımcılığıyla ön plana çıkıyor. Davet ederek getirdikleri ‘Misafir İşçileri’ geri gönderme derdindeler. Kendilerine sığınan ‘mazlumları’ başlarından defetme niyetindeler.

Sebep?

‘Hümanist’, ‘hak ve özgürlük odaklısı’ Avrupa gidiyor, ‘despot’, ‘ayrımcı’, ‘ırkçı’ Avrupa geliyor. Konuyu en veciz biçimde açıklayan söz ‘sarımsağı gelin etmişler kırk gün kokusunu çıkarmamış’. Kırk birinci gün ‘kokuyu’ boca ediyorlar.

Avrupa ‘aslına rücu’ ediyor. Tarihte hep böyleydi bunlar. Kıtada 30, 40, 100 yıl Savaşları var. Durmadan savaşmışlar. Bu bize ‘uymaz’. Bizim tarihimizdeki savaşlar hep satıh savaşları: Ordular karşı karşıya gelir, savaşırlar ve bir taraf kazanır. Bunlarsa ‘kedi-köpek’ gibi sürekli kapışmışlar.

Savaşların çoğu kendi aralarında değil. Özellikle 16. asırdan itibaren coğrafi keşiflerle beraber dışa dönmüşler. Sömürgeci güçler olarak ‘dünya kazan, bunlar kepçe’ sürekli keşif, sürekli işgal, sürekli cinayet ve insan hakkı ihlalleri.

Mevcut uzlaşma daha çok 1945 sonrası dönemin bir ürünü idi. 50 milyon insanın ölümüne neden olan Hitler belasını ve Faşizm tehlikesini atlatan Avrupa ve tabii ki dünya bir kez daha aynı tehditle karşılaşmamak için insan hakkı odaklı bir bakış açısı geliştirme yoluna gitmişti.

Çok sayıda uluslararası örgüt kuruldu; hatırı sayılır hukuki düzenlemeler yapıldı; duyarlık oluşturmak üzere adımlar atıldı. BM, AB, Avrupa Konseyi vd. pek çok örgüt ‘temel değer’ olarak insan haklarını aldı. BM Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ana metin oldu. Ülkeler ve örgütler bu metni kabul etmeden BM üyesi olamayacaklarını veya legal bir teşkilat olarak tanınmayacaklarını öğrendiler.

‘Yeni dönem’ onlara ‘savaşa savaşa savaşmamayı’, ‘öldüre öldüre öldürmemeyi’ öğretmişti. Ama uzlaşma sadece kendileri sınırları içinde olacaktı. Ülke içinde ‘kendi kendilerine’ olacaklarını düşünüyorlardı; aralarında başka kültürlerden ‘yabancılar’, yani ‘öteki’ olmayacaktı.

O nedenle ülkelerine davet ettikleri ‘yabancılara’ hep ‘misafir işçi’ dediler; hep ‘ülkelerine dönecek yabancı’ gözüyle baktılar. Bir gün ‘gönderme’ kastıyla hareket ettiler.

Ülke içindeki uzlaşmaları bu kadarmış. Bugüne kadar ancak dayanabildiler.

Farklı coğrafyalarda estirdikleri terör ve işgalci tavır zaten hep vardı. 20. YY boyunca da devam etti. Ama ülke içindeki ikircikli tavırları üstü kapalıydı. Hissettirmeden yaptılar. Eğitim kurumlarında, iş hayatında, sosyal ilişkilerde ayrımcılık hep oldu.

Avrupa daha derin bir kargaşaya doğru sürükleniyor. Ukrayna savaş alanı oldu. 2010 sonrası Arap Baharı adıyla giriştikleri ‘oyun’ neticesinde Kuzey Afrika’yı kan gölüne çevirdiler. Geçtiğimiz gün IŞİD Libya’da Mısırlı 21 Hristiyan’ı öldürdü. Libya fiilen bölünmüş durumda. Mısır çok farklı değil. Irak ve Suriye de malum. Hepsinde Avrupa’nın parmağı var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan uzunca süredir bu adaletsizliğe vurgu yapıyor. BM sistemini suçluyor. Avrupa bu eleştirilerden nasibini almışa benzemiyor. Erdoğan Latin Amerika ziyaretinde geçtiğimiz hafta ABD’de üç Müslüman gencin katledilmesine duyarsız kalan Obama’yı eleştirince ‘birileri’ rahatsız oldu. Batıyı savunmaya kalktılar.

Türkiye ‘ikiyüzlülüğü’ erken fark eden ülkelerden. Avrupa’nın içindeki ‘yabancıları’ bezdirme, korkutma, yıldırma ve kaçırmaya dönük hareketleri hep bilinçli: Korkutarak kaçırtacaklar. Birinci kuşak dönmeye hazır. Ama ikinci ve üçüncü kuşaklar öyle değil. Orada doğan, orada eğitim alan, onların dilini konuşan gençler durumu kabullenmiyorlar.

Aşırı sağ partilerin, ırkçı örgütlerin ve ayrımcılığa yaslanan şahısların sayılarında aşırı derece artış var. Bunların bilinçli tercihlerle yönlendirildiğini düşünüyorum. Türkiye konuya eğilmek zorunda. Oralardaki kardeşlerimizi yalnız bırakmamalıyız. Dışişleri ve AB Bakanlıkları Avrupa planlarını revize etmek durumundalar. Sivil toplum buralarla ilgilenmeli. Üniversiteler buralara dönük projeler geliştirmeli.

Avrupa Türk diasporası harekete geçirilmeli. Konuyla alakalı gelecek hafta, 25 Şubat günü Konya’da çok önemli bir toplantı düzenlenecek. Katılımcılara açık. Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi ve Necmettin Erbakan Üniversitesi ortaklaşa organize ediyorlar. Zamanlaması manidar. Bu türden etkinliklerin sayısı artırılmalıdır.

Avrupa’daki insanımıza sahip çıkmalı, sınırlarımızın Avrupa sınırları olduğunu bilmeliyiz.

Oraya dönük projeler geliştirmeliyiz.

Onlar bizim ‘yumuşak gücümüz’.