ATTIĞIMIZ TAŞ KİMİ ÜRKÜTECEK

Hakan Bahçeci

İçi yanan insan, ateşini düşürmek, yangınını söndürmek için çeşitli yollar arar ve çoğunlukla bu ateşi yakana karşı bir eyleme girmekle işe başlar. İnsanın doğasında mı vardır bu tepki alışkanlığı bilmiyorum. Lakin kavgaya girdiğimizde amaç yumruk atmaktır hem de yumruk yemeden.

Bahsinin açtığımız konu sıradan ve günlük bir yazının açılış cümlesi olabilirdi ancak bizim meseleyi getireceğimiz husus bir Müslüman olarak alacağımız tavrın karşıda etki yapıp yapmadığı olacaktır. Malum, İsrail’in Gazze’de giriştiği kanla beslenme düşüklüğüne karşı hepimiz bir şeyler yapma ihtiyacı hissediyoruz.

Bu ihtiyaçtan dolayı olsa gerek, hemen herkes kendi dünyasına ve kendi çapına göre bir pozisyon aldı olan bitene. Lanetlemekle başladık işe, en üst perdeden haykırarak, meydanlarda, caddelerde, mitinglerde. Eylemler, protesto yürüyüşleri yaptı kimimiz, sokaklarda temsili ölümler sahneledik. Siyah çelenkler koyduk duvarlara ve pankartlar astık, yazılar yazdık aynı duvarlara.

Politik liderler tam da politikalarına uygun açıklamalar yaptı, kimisi “aman, aşırı gitmeyelim” hafifliğine düştü, kimi görmezden geldi. Kimi açtı ağzını yumdu gözünü, asla kabul etmedi, direndi. Yazarlar kalemleri ellerinde tam sayfa köşelerinde cümlelere acı çektirdiler çocukların yerine.

Uluslararası tepkiyi harekete geçirmek için çabalıyor birileri, halklar bağırıyor sokaklarda. Sahte açıklamalar yapıyor güya vicdan sahibi birkaç aydın ve politikacı, bunlarla avunanlar var. Tüm bunların bir kurgu olduğunu, meydanlarda olmanın kandırılmaktan başka bir şey olmadığını söyleyenler olduğu gibi.

Boykot başlattık İsrail ile ilişkili ne kadar ürün varsa piyasada. E amaç yumruk atmak değil mi, yola getirmek değil mi? Neden olmasın? Gerçi onu da beceremedik belki. Sen ben değil oysa mesele, hani misal Konya’nın en kalabalık en büyük en modern en İslamcı marketlerinin raflarında, en göze batan reklam panolarında hâlâ malum ürünler neden teşhir edilir? Ticaret yapıyormuşuz… Alma, satma, oradan alacağın kârı sil bir kalemde

Mübarek Ramazan ayı geldi geçti,  garsonunun yalancısıyım; hani şu hamburger firması var meşhur, iftara sipariş yetiştirememişler. Bu nasıl protesto, nasıl boykot? Ha şimdi, alış veriş bu kadar küçük mü, değil elbet. İnşaattan tut da, silah sektörüne, sanayiden teknolojiye kadar sistemin çarklısı içinde senli benli olmuşuz Siyonist zihniyetle. Şu yazıyı yazdığım bilgisayar bile eminim İsrail ürünüdür, telefonum kesin öyle de… Sahi, domates tohumunu hâlâ üretemiyoruz da onlardan alıyoruz değil mi?

Boykotu, yürüyüşü, protestoyu ve daha diğer eylemleri yapıyor oluşumuz, karşıda bir sarsıntı oluşturuyor mu, şöyle bir durup düşünüyor mu, geri adım atıyor en önemlisi bizim rahatsız olduğumuz eyleminden vazgeçiyor mu? Yani surda bir gedik açabilecek ve sonra rüzgâra kafa tutabilecek miyiz? Demem o ki attığımız taş kimin kafasını yaracak?

Sorularımın bir hassasiyetin sonucu ve gereğidir. Evvelemirde “zulme sessiz kalmamak” inancı gereği zayıf da olsa ses çıkarmak lazımdır. En hafifi ile kurduğumuz bu cümle bile aslında İsrail’den çok bizimle alakalıdır. Karşı koymak ilk önce durmakla başlar. Bizim duruşumuz bir tavır alma, kararlılığımızı izhar etme adımıdır. Yola çıkmak gerekir önce, menzile varmak niyetimiz olsa da takdir ve netice elimizde değildir, bize sorulacak olan niyetimiz ve çabamızdır. O halde kalben kerih görüp, buğzetmek kısmının bari gerçekleşmesi için uğraş vermeliyiz.

Çabamız ve uğraşımız öncelikle bize, kendimize müteallik bir durumdur. Bakkala gittiğimiz zaman paramız Yahudi’ye nasip olmasın düşüncesiyle malum kolayı almamanın o an için İsrail’e bir zararı yoktur, lakin bu benim kendimle ilgili bir duruştur, zannımca beyhude ve alelade değildir.  Bununla birlikte benden başlayarak, devletin başına marketten başlayarak meydanlarda bağıran genç kızlara kadar yapılanların İsrail’i ürküteceği ya da ne kadar ürküttüğü meselesi de olanca cesametiyle karşımızda durmaktadır.