Kadının gözleri artık dayanamıyordu. En sonunda yumuldu.
Aradan birkaç saat geçmişti. Sandalyede oturmaktan beli ağrıyor ve boynu tutulmuştu. Kendine geldiğinde etrafına bakındı. Ne olduğunu algılayamamıştı. Bulunduğu yer yabancı geliyordu ona.
Odayı incelemeye başladı. Kendisi bir sandalyede oturuyor, önünde masası vardı. Arkasında ise üç-dört kişilik bordo renginde bir kanepe, karşısında ahşaptan sehpa, üzerinde bir kitap ve boş su bardağı, koltuğun sol tarafında, pencereden sızan gün batımı ışığı ve balkon kapısı.
Tekrar önüne döndüğünde masanın üzerindeki siyah kapaklı ajanda dikkatini çekti. Eline alıp rastgele sayfalar çevirdiğinde yazılarla dolu olduğunu gördü. Hemen ilk sayfayı açıp okumaya başladı.
Okuduğu, roman gibiydi. Güzel bir dille yazılmıştı. Kadının da çok hoşuna gitmişti. Ama bu defterin kendisinin olduğundan emin değildi. Elindeki defter ile ayağa kalktı ve diğer odalara girdi. Gözünde ufak ufak birkaç anı canlanmaya başladı. Artık ev daha tanıdık geliyordu. Bu ev kendisinindi. Tek başına burada yaşıyordu. Ama ne kadar olduğunu bile bilmediği bir süreyi hatırlamıyordu. Cevap bulamadığı bu sorunları bırakıp ajandanın kalanını okudu. Daha sonra da bununla ilgili araştırmalar yaptı. Ne yazık ki hiçbir alıntı bulamadı.
Düşünceler içerisindeyken masanın üzerindeki atlıkarınca figürünü fark etti. Ajanda da yazan roman atlıkarınca ile ilgiliydi. Ve masasında bir figür vardı? Bu yazıyı nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde kendisinin yazdığını düşünüyordu. O yazmadıysa bile hiçbir yerde örneği yoktu. Bu güzel romanı sadece kendisinin okumuş olmasına gönlü razı olmuyordu. Bu romanı bastırtacaktı.