15 Temmuz darbe girişiminin ardından yeniden gündelik hayata dönmeye başladık. Kamu çalışanlarının resmi izinleri tekrar açıldı, üniversite sınavının sonuçları açıklandı, ticari hayat hareketlenmeye başladı… Ruhsal olarak tam toparlanmış sayılmazsak bile en azından fiziksel olarak bir devinim içersindeyiz.
Gündelik hayata dönmek demek yaşananları unutacağımız anlamına gelmiyor. Millet olarak her bir ferdimiz elinden geleni yapıp ülkemizi önemli bir tehlikeden kurtardı. Bundan sonrasında görev hükümete, güvenlik güçlerine ve yargıya düşüyor. Öncelikle rehavete kapılmadan bu terör örgütü ile kararlı mücadele devam etmeli. Bir daha hata yapma lüksümüz kalmadı. Diğer yandan PKK’ya da operasyonlar devam ettirilmeli. FETÖ yüzünden sanki PKK ikinci plana itilmeye başlandı. Dün üç bugün beş derken verdiğimiz şehitler istatistiğe dönüşmemeli. Bu iki cephede de aynı kararlılıkla hareket etmeliyiz.
OHAL’in verdiği yetkilerle özellikle HDP’nin elinde bulunan belediyelere kayyum atama gibi farklı yöntemlerle müdahale edilmesi gerekiyor. Bu belediyelerin açık açık namussuz teröristlere destek vermelerine dur denilmeli. Bir diğer konu da dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından HDP’li milletvekillerine açılan soruşturmalar arada kaynatılıp sürünceme de bırakılmamalı. Adli tatilinde iptal edildiği bir ortamda bu sözde vekillerin bir an önce hak ettikleri cezalara çarptırılmaları gerekmekte. İşimiz zor eğer ülkemize yeniden istikrar ve huzuru getirmek istiyorsak durmadan, yorulmadan aynı anda 3-4 cephede birden mücadele etmeliyiz.
Bazı kamu kuruluşlarındaki kimi idarecilerin OHAL döneminden istifade çalışanlarına ve hizmet almaya gelen vatandaşlara sert ve yıpratıcı muamele yaptığı konusunda çeşitli duyumlar geliyor. Böyle tipte kişiler maalesef her dönemde ortaya çıkıyor. Olağanüstü hali bahane ederek yetkilerini aşan işlere kalkışıp, kraldan daha çok kralcı bir anlayışla insanları huzursuz edebiliyorlar. Özellikle İstanbul ve Ankara gibi darbe girişimine doğrudan maruz kalmış şehirlerde insanlar daha yaşadıkları travmayı atlatamadı. Bir de bunun üzerine bazı kıymeti kendinden menkul idarecilerin keyfi davranışlarla sırf egolarını tatmin etmek için memur ve vatandaşlara zorluk çıkarıp, çalışanlarını teferruatlarla uğraşmaktan iş yapamaz hale getirmeleri kabul edilemez. Bu idarecileri de idare edenler yol yakınken gereken önlemi almalı.
FETÖ’ye yönelik operasyonlar devam ederken mevcut durumdan çıkar elde etmeye çalışan fırsatçılar hemen bu örgütle diğer bütün tarikat ve cemaatleri aynı kefeye koyup algı operasyonuna başladılar. 28 Şubat zihniyetini yeniden harekete geçirmeye çalışarak sözde laiklik kisvesi altında dindar insanları baskı altına almaya çalışıyorlar. Sanki günü gelince bütün tarikat ve cemaatler benzer bir yol izleyecekmiş gibi bin yıldır bu topraklarda yer alan, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlığın yaygınlaşmasında büyük rol alan tarikatları karalamaya başladılar. Eğer biraz ellerinde yetki olsa cadı avına başlayıp, inançlı insanları türlü bahanelerle kamu çalışanları başta olmak üzere toplumsal hayattan soyutlama yoluna gidecekler. Halbuki Yenişafak gazetesinden Yusuf Kaplan’ında belirttiği gibi tarikat ve cemaatler doğru yolda oldukları sürece ülkemiz için önemli bir kaynaktır. Yusuf Kaplan gerçek Müslümanlardan ve tarikat-cemaatlerden bekleneni şöyle ifade ediyor; "Müslümanlardan, bütün Müslüman cemaatlerden istenen şey, hakikate teslim olmak ve yola çıkmak (Mekke süreci), yolda olmak (Medine süreci) ve yol olmak'tır (Medeniyet süreci). Nedir bu? Sünnet-i Seniyye'dir."
Umutsuzluk ve rehavete kapılmadan Yenikapı meydanındaki coşkudan alacağımız güçle kararlı bir şekilde yola devam etmeliyiz. Yolda kalıp, yol olmalıyız. Hedefe ancak böyle ulaşabiliriz.