Aşûre Günleri Yaklaşıyor…

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Muharrem ayı, birçok ilklerle doludur. Bunlardan birisi, Muharrem ayının 10. gününün ‘aşure’ günü olarak benimsenmesi ve o günün önemine binaen Müslümanların hem ibadet ve hem de sosyal içerikli hayır-hasenat yapma bakımından büyük bir faaliyet içinde olmalarıdır.

Bugüne anlam veren ve o günün değerini artıran sebeplerin başında, Kur’an’da delalet yoluyla, sünnette ise açıkça bahsedilmiş olmasıdır. Fecr Suresi’nin ikinci âyetinde; “on geceye yemin olsun” buyrulur. Bazı Kur’an yorumcuları burada geçen ‘on gece’ ibaresini muharrem ayının aşure günü’ne kadar geçen zaman dilimi olarak yorumlamışlardır. Dikkat edilirse bu âyet on güne yeminle başlamaktadır. Eğer Kur’an’da Yüce Allah bir şeye yeminle başlıyorsa, bahsedilen konunun kadri kıymetinin büyük oluşuna dikkat çekilmek suretiyle bizden uyanık olmamız ve işaret edilen konunun gereğini yapmamız istenir. Müslümanlardan bugünle ilgili güzel davranışlarda bulunmaları beklenir. İşte bütün bir İslam âleminde bu maksatla Müslümanlar aşure günü sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak on çeşit üründen oluşan aşure tatlısı yaparak yoksullara ve komşulara dağıtırlar. Hiç şüphesiz karşılıksız ve sırf Allah’ı razı etmek adına yapılan bu davranışlar, insanlar arası ilişkilerin güçlenmesine, hoşgörü kültürünün yaygınlaştırılmasına, yardımlaşma duygularının yaşatılmasına ve sevginin büyütülmesine katkıda bulunur. Bir de Müslüman geleneğinde aşure tatlısının on ayrı üründen yapılması sembolik anlamda farklı yorum çevreleriyle bir arada yaşamanın önemine değinilmiş olur.

Diğer taraftan muharrem ayının onuncu gününün Müslümanlar nezdinde faziletli kabul edilmesi Allah’ın muharrem ayının onuncu günü, 10 peygambere on ayrı ihsanda bulunduğuna da dikkatler çekilir. Rivayetlere göre, insanlığın ilk atası Âdem (a.s) ve Havva annemizin tevbesi aşura günü kabul edilmiş, insanlığın ikinci atası Nuh (a.s)’ın gemisi Cûdi dağına aşura günü demirlemiş, Hz. İbrahim peygamberin oğlu Hz. İsmail o gün doğmuş; Hz. Yusuf’a hasretinden dolayı Yakup Peygamberin kapanan gözleri o gün açılmış, Hz. Yusuf zindandan o gün kurtulmuş, Eyyub a.s. tutulduğu hastalıktan o gün şifa bulmuş, Hz. Davud’un tevbesi o gün kabul edilmiş, Ninova bölgesine gönderilen Yunus (a.s) balığın karnından o gün kurtulmuş, Hz. Musa’yı takip eden Firavun ve ordusu sulara o gün gömülmüş ve Hz. İsa o gün dünyaya gelmiş ve Allah katına yükseltilmiştir.

Tarihte muharrem ayı ve aşure günü sadece Müslümanlar tarafından değil, tâ câhiliye döneminde müşrikler tarafından da kutsal bir ay ve gün olarak kabul edilirdi. Hatta aşure günü anısına müşrikler oruç tutarlardı. İslam’ın Mekke döneminde Hz. Peygamberin de bu orucu tuttuğuna dair rivayetler vardır. Ayrıca Muharrem ayı ve aşure günü Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da kutsal kabul edilmiştir. Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret edince bu orucu tutmuşlar ve Müslümanlara da tavsiye etmişlerdir. Bu konuda hadis külliyatımızda birçok rivayet vardır. Hicretin 2. yılı Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber (as): “Aşûre orucunu isteyen tutar, isteyen terk eder” buyurmuşlardır. Bu tarihten itibaren Ehl-i kitaba muhalefet etmek için Müslümanlar bu orucu, ya muharremin 9. ve 10. günleri veyahut da 10. ve 11. günleri tutarlar. Bizler de sünnet olan bu orucu tutmalıyız. Çocuklarımıza bu günün önemini ve değerini anlatmalıyız. Zaten Anadolu’da Sünnisiyle Alevisiyle bütün Müslümanlar bu oruca büyük değer verirler; hem oruç tutarlar ve hem de aşure tatlısı yaparak ikramda bulunurlar. Son zamanlarda büyük şehirlerimizde devlet erkânının da yakın ilgi göstermesiyle aşure günü bir festival havasında kutlanmaya başlanmıştır. Bütün sivil toplum kuruluşları şehirlerin farklı yerlerinde halkımıza aşure tatlısı ikram etmektedirler. Bu güzel geleneğin nesilden nesile taşınması ve canlı bir şekilde yaşatılması gerekir. Çünkü bizi millet yapan, bizi kaynaştıran ve birliktelik hamurumuzun mayası, çimentosu işte bu paha biçilmez dini değerlerimizdir.

İslam âleminde muharrem ayı denildiği zaman Müslümanları eleme boğan önemli hâdiselerden olan Kerbelâ faciası akla gelir. Hicri 61. yılda muharrem ayının 10. günü Peygamber Efendimizin cennet gençlerinin efendisi diye nitelendirdiği Hz. Hüseyin (a.s) 55 yaşındayken Kerbelada yetmiş yakınıyla birlikte aç susuz bırakılarak hunharca şehit edilmişlerdir. Dünya Müslümanları bu olaydan büyük üzüntü duymuşlar ve hala da duymaktayız. Bir nevi Kerbela olayı, muharrem ayının maneviyatı üzerine acılar ekmiştir. Bütün Müslümanlar olarak tarihin bu şekilde tekerrür etmemesi için çaba harcanmalı, bugünü ‘yas günü’ ilan etmenin yerine, geleceğe dair güzel duygular beslemeli ve hayırlı işlerin adımları atılmalıdır. Bugün de emperyalist güçler İslam dünyasının her tarafında etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden yeni Kerbelalar yaşatmak istemektedirler. Dünya Müslümanları bu tuzakların farkında olmalıdır. Bizler dünya Müslümanları olarak Kerbela faciasından dersler çıkarmalı, aramızda kavga dili yerine barış dilini yaygınlaştırmalıyız. İman kardeşliği böyle bir ahlakı gerektirir.