Uzaysal anlamda kaleme aldığım ilk yazılardan biri olma özelliğine sahip bir yazı olmadığını baştan belirtmek isterim. Çünkü dünyaya dair yazılanlarında uzayın sınırları içerisinde yer aldığını söylemek çok basit bir ifade olacaktır. Uzayın tam merkezinde yaşayıp ta uzaysal düzlemin içinde ki olgu ve olaylara dair her zaman yaptığımızı yapıyoruz. Uzun vadede uzaydan bahsettiğim gerçeğini rafa kaldırma niyetinde değilim. Beşeriyetin ve dünyanın tam merkezinde yaşayan insan için.
Dünyanın keşfi ve dünyaya dair anlamlandırmalar, ilk medeniyetler ve medeniyetlerin kendi birikimi içerisinde gözlem evlerinin oluşmasını sağlamıştır. Aslında gözlem öznel nitelik taşıması yönüyle bilimsel manada ciddi bir kayıt niteliğinde de sayılmaz. Fakat gözlem evlerinin kurulması uzaya açılan bir pencere özelliği taşıdığı gerçeğini de bir kenara zannımca not düşmekte fayda var. Tabi bura da sorulması gereken sorunun ne olduğu, ilk medeniyetlerin uzaya ve uzaysal düzlemde alacağı notun kıymetini belirleyecektir.
Aslında ilk soru bugünkü manada şu mu olmalıydı: “ Beşeriyetin uzaysal bağlamda derdi ne idi de, gözlemevleri ya da rasathanelerle uzayın sınırlarını keşfe çıktı. Ya da sonsuzluğun sınırları içerisinde kendi sınırlarını belirleme gayretimi söz konusuydu. Hadi biraz daha abartıyım konuyu; medeniyetlerin günümüz Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisini tamamlayıp, kendini gerçekleştirme düşüncesi miydi? Elbette olma ya da olmama ihtimali var. Neyse ihtimaller bir köşede dursun, önce sınırları bir çizelim.
Sınırlardan kasıt, galiba tarımsal faaliyetlerin yapılması için gerekli olan, belki de özel mülkiyetin o dönemler de tarla sınırlarının bozulması, Ay’ın hareketlerine dair gözlemler, suların yükselme ve çekilme dönemlerinin tespiti, astronomik anlamda ilk yapılan çalışmalar gibi durmakta…
Tabi konuyu filozofsal söylemler, ya da tarihsel olgu ve olayların penceresinden şöyle bir bakıldığında; tarihte astronomik gözlem evlerinin, rasathanelerin yapılma ve yıkılma arasında bir serüvene sahip olduğunu görmek, keşfetme düşüncesinin bir ürünü olduğunu, ya da keşfetmemenin bir ürünü olup olmaması arasında gelip gittiği en yalın anlamda basit kalır. Daha insan merkezli bir düşünceyle, insanoğlunun kendi kabullerinin dışında bir tezin ortaya çıkması elbette cevaplayamadığı birkaç sorunun bunalımıyla yaşamaktansa, yıkmanın daha da cazip olduğunu mu hissetmesi miydi bütün mesele. Tabi bu kadar basit olmamalıydı. Birçok bilim dalının gelişimine katkı sağlayacaksın, sonra yok sayacak ve yok edeceksin. Olmaz.
Uzayın sonsuzluğunda kaybolmayı göze almak; aslında yapılan gözlemin ilk notlarını oluşturacaktı. Belki de bu notlar ortak paydadaki tarımsal verimin ilk verileriydi. Kaleme aldığım bu konunun içerisinde; diğer irdelenmesi gereken bir kelimede “keşif” kelimesi galiba uzatmadan.
Var olanı keşfetmekle, bulmak arasında uzaysal bir denklemi irdelemekte önemli galiba. Keşfetmek kelimesini oldum olası yadırgamışımdır. Her defasında anlatılagelen bu coğrafi keşifler konusu, örnek verme hususunda böyle bir başlığa sahip olmasını dahi anlamış değilim. Bura da keşfe konu olan parametrelerin ne olduğunu anlayamam, yadırgamamdaki en büyük sebeptir belki.
Ya da kim nasıl keşfeder ya da bulur sorusuna kendimce birkaç parametre koyacak olursam;
İlk etapta, ya da dünyaya yeni gelmiş bir varlığın, birçok şeye dair keşfi, bireysel bir keşfe konu olabilir. Ya da milyon yıllık ifadelerle keşfe konu olması için senden önce birilerinin olup olmaması, ya da uzaysal bağlamda biri çıkıp bir şeyleri keşfetme ve bulma arasında ki farkı anlatmalı, diye düşünüyorum.
Yani uzay, gözlem, medeniyet, keşif ve bulmak hususunda astronomik gözlemin tarihi söylemi, kendi içinde bilginin serüvenidir. Günümüz de ise uzay madenciliğinin konuşulduğunu düşünmek, astronomik bilginin seyrinde önemlidir.