Sabah namazını müteakip Cennetül Baki kabristanın da başlayıp, ecdat yadigarı tren garın’da biten gezimizden sonra, otelimizde azda olsa dinlenme fırsatı bulabilmiştim. Lobi’de eşimle sohbet ederken, her hatırlayışımda çorak gönlümü feyz’e gark eden merhum Necip Fazıl’ın “Sonsuzluk Kervanı” adlı şiiri hafızamdan dilime dökülüverdi. O an dizeleri içimden yavaş yavaş mırıldanmaya başladım: “Sonsuzluk kervanı peşinizde ben/ Üç ayakla seken topal köpeğim/Bastığınız yeri taş taş öpeyim/ Bir kırıntı yeter kereminizden/Sonsuzluk kervanı peşinizde ben”
Ben ve hacı adayı arkadaşlarım gibi milyonlarca insan; yurdunu, yuvasını işini ve gücünü bırakarak sonsuzluk kervanının peşine düşmüştü. Bu insanlar ehli aşk’tı. Biricik gayeleri ise Allah’ın (c.c.) cemalinin nurunu görmek ve Peygamber Efendimizin bastığı yerleri taş taş öperek ayağının tozuna yüz sürmekti.
Esasen bu kervanın izlerinin en belirgin olduğu yerlerden biri de Mescid-i nebevi’de ki “cennet bahçesi” olarak adlandırılan yerdi. Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir, minberim (kevser) havuzumun üzerindedir” diye buyurmuştu. O yüzden bütün müslümanlar, zemini yeşil ipek halılarla kaplı olan ve peygamber Efendimizin kabri saadetlerinin hemen yanı başında bulunan bu eşsiz mekana girebilmek ve burada iki rekar namaz kılabilmek için muazzam bir azim ve gayret örneği sergiliyorlardı.
Hacı adayı arkadaşlarımdan bazıları “cennet bahçesi”nde ibadet etmenin haz’zını tatmıştı. Ben ise çok arzu etmeme rağmen henüz o hazzı tatma imkanına kavuşamamıştım. Zaman zaman “cennet bahçesi”nin girişinde olağan üstü bir insan kalabalığının beklediğini görüyor, bu müstesna yere girmek için kendimce fırsat kolluyordum.
Tevafuk bu ya; o gün akşam saatlerinde Mescid-i Nebevi’den otelimize dönerken gurup hocamız ile karşılaştım. Biraz sohbet ettikten sonra, hocamız bana “cennet bahçesi” ne girip giremediğimi sordu.Ben de kendisine henüz giremediğimi söyledim.Bunun üzerine hocamız; istemem halinde gece on bir gibi otelin lobisinde buluşarak birlikte Mescid-i Nebevi’ye gidebileceğimizi teklif etti. Gurup hocamızın bu teklifi hoşuma gitmişti. Hemen kabul ettim.
Saatler gece on bir otuzu gösteriyordu. Ben ve hocam: “cennet bahçesi” nin girişinin otuz, otuz beş metre gerisinde yerimizi almıştık. Önü ve arkası görünmeyen mahşeri bir kalabalığa bizde dahil olmuş ve beklemeye başlamıştık.Sanki bütün Dünya burada idi.Lisanımız ayrı olsa da,dualarda buluşuyorduk. Bakışlarımız gibi, ellerimiz de aynı nokta da birleşiyordu. Ziyaretçilerle bekleme esnasında zaman zaman gönül diliyle muhabbet edip, selamlaşıyorduk. “cennet bahçesi”nin ön tarafında, izdihamı önlemek ve ziyaretin düzenli bir biçimde yapılmasını sağlamak için görevlendirilmiş çok sayıda asker vardı. İtiş-kakış ve sıkışıklık zaman zaman izdihama sebebiyet verse de Allah’dan bu durum fazla uzun sürmüyordu. Ziyaretçiler içeriye görevliler tarafından oluşturulan guruplar halinde alınıyor ve içeride ancak kısa bir süre kalabiliyorlardı.Daha sonra onlardan boşalan yere sırada bekliyen diğer ziyaretçilerden bir gurup daha alınıyordu.Ben ve hocam aşk ve huşu içinde selavat getirerek “cennet bahçesi” ne girmek için sıranın bize gelmesini bekliyorduk. (devam edecek)
Selam, dua ve muhabbetle..