Kurban bayramının birinci günü mübarek Cuma gününe rastlamıştı. Otelimizin karşısında bulunan cami’de Cuma namazımı kılmış, öğle yemeğimi yedikten sonra eşimle birlikte otelimizin lobisine inerek hem hacı arkadaşlarımızla muhabbet etmiş, hem de henüz bayramlaşamadığımız arkadaşlarımızla bayramlaşmıştık. Türkiye’deki yakınlarımızı arayarak onların da bayramlarını kutlamış ve bu vesileyle bir nebze de olsa özlemimizi gidermiştik.
Mekke-i Mükerreme’ de ulaşım hizmetinde bulunan belediye otobüsleri ile Kabe-i Muazzam’a ya servis hizmeti sunan araçların bayram boyunca çalışması yasaklanmıştı. Bu nedenle Kabe-i Muazzam’a ya, ya yürüyerek veya taksi kullanarak ulaşabilecektim. Bir ara hacı arkadaşlarımızla birlikte taksi kiralama konusunu istişare etmiş, taksilerin normal ücretlerinin iki veya üç katı gibi bir ücret talep etmelerini fırsatçılık olarak niteleyip, taksi kiralamaktan vazgeçmiştik. Ancak bir hacı arkadaşım vardı ki; otelimizle yedi veya sekiz kilometre mesafesi olan Kabe-i Muazzam’a ya yürüyerek gidip geliyor, her karşılaşmamız da bundan hiç yüksünmediğini hatta zevk duyduğunu ifade ederek adeta mutluluk portresi çiziyordu. Kendisiyle ayrı guruplarda olmamıza rağmen otel odamızın yan yana olması daha sık görüşmemize vesile oluyordu. Dün gece Müzdelife ile Mina arasında uzun bir süre omuz omuza yürümüş, yürüyüş tempomuzdaki değişikliğe göre bazen ayrı düşsek de bir birimizden ya üç beş adım ilerde veya geride kalarak yürüyüşümüzü sürdürmüştük. Daha sonra gözlerden kaybolan arkadaşımı göremeyince merak etmiştim. Otelimizde de onunla karşılaşmayınca endişelenmiş, odasının ziline basıp kendisini görmek istemiştim. Kapıyı eşi açmıştı.Ben durumu anlatmaya çalıştığım sırada; eşi bana “Hacı abi eşim beni aradı. Mina’ya giderken guruptan kopmuş. Şeytan taşlayıp oradan Kabe-i Muazzam’a ya geçip tavaf yaptıktan sonra otele dönecekmiş. Bu saat oldu hala dönmedi. Bana merak etme dedi ama ben hala merak içindeyim. İnşallah başına bir şey gelmez.” Diye mırıldanmıştı. Kendisine; merak etmeyin yenge hanım. Bir şey olmaz inşallah.Hacım birazdan otele gelecektir, buna eminim. Diye karşılık vermiştim. Saat on bir sularıydı. Otelin lobisinde hacı arkadaşlarımla koyu bir sohbete dalmıştık. Birden bitkinliği her halinden belli olan hacı arkadaşım otelin kapısında belirmişti. Oturduğum yerden kalkarak ona doğru yöneldim ve kendisine; Hacım nerelerdesiniz? Sizi uzun zamandır göremeyince merak edip eşinize sordum. O da olanları anlattı. Dediğimde ter içinde kalan yüzünü cebinden çıkardığı mendille sildi ve kısık bir ses tonu ile; “Hiç sormayın, Mina’da kayboldum.Sizleri aradım ama o kıyamette nasıl bulabilirdim ki! Sonra kendi imkanlarımla şeytanı taşlayıp, yürüyerek Kabe’ye gittim.Tıraş olup ihramdan çıktım ve ziyaret tavafımı yaparak taban raylarımla otele döndüm.”Deyince adeta hayretten küçük dilimi yutacakmış gibi olmuştum.Bu arkadaşım gece saat on bir den sabah saat on bir’e kadar ayakta kalmış, takriben yürüyerek otuz beş kilometre yol kat etmişti.Bu olaydan sonra kendisine “Biyonik adam” lakabını takmıştım. Bir karşılaşmamızda, nasılsın “Biyonik adam” diye hitap ettiğimde, gülerek iyiyim hacım diye cevap vermişti.
Günümüzü yorgunluğumuzu atmak adına dinlenerek geçirmiş, kalan vaktimizde de eşimle birlikte otelimizin lobisinde bulunan mağazadaki hediyelik eşyaları inceleyerek değerlendirmiştik. Vakit geç olunca da odamıza çıkarak istirahata çekilmiştik. (devam edecek)
Selam, sevgi ve dua ile..