Gece yarısına doğru hava alanındaki işlemlerimiz tamamlanmıştı.Arkadaşlarımızla birlikte, görevlilerin nezaretinde; etrafı açık ve üzeri ahşap süslemeli malzemeyle kaplı dar ama uzun bir koridorda bir müddet yürüyerek, önünde onlarca otobüsün bulunduğu garaja benzeyen bir alana ulaştık. Daha sonra bekleme salonu olduğunu tahmin ettiğim tek katlı, beyaz boyalı ve oval bir binada misafir edildik. İçeriye girer girmez kulaklarımızı tırmalayan klima sesleri adeta bize “hoşgeldiniz” diyordu. Salonun havası insanı üşütecek derecede serindi.Bu serinlik, klima esintisinin hedefi olunduğu vakit daha da artıyor ve insana rahatsızlık veriyordu. O yüzden çoğumuz klimaların etki alanından kurtulmak ve salonda daha uygun bir ortam bulmak için, çil yavrusu gibi dağılmıştık. Daha sonra belirlediğimiz koltuklara kurularak, yanımızda bulunan hacı adayı arkadaşlarımızla sohbet etmeye başladık.
Yolcu salonunda takriben iki veya iki buçuk saat kadar bekledikten sonra, grup grup bize tahsis edilen otobüslere bindirilmiştik. Ne var ki, otobüsün kliması da biraz önce ayrıldığımız salonun klimalarını pek aratmıyordu. Ben ve benim gibi bir çok hacı adayı arkadaş, klima konusunda oldukça duyarlıydı. Otobüs şoföründen klimaları bir süreliğine kapatmasını istemiştik; lakin kendisiyle iletişim kuramayınca bu isteğimiz hava da kalmıştı.Maalesef yapılacak fazla bir şey yoktu. Klimaların altındaki bekleme serüvenimiz bu defa da otobüste devam edeceğe benziyordu.Bir ara camdan dışarıyı seyrederken, beyaz kıyafetli ve ellerinde evraklarla otobüslere girip çıkan birilerini fark ettim. O an aşağıya inip, otobüsün önünde bekleyen görevliye, niye beklediğimizi sordum. O’da cevaben: Suud’lu yetkililerin genel bir kontrolde bulunduğunu, bu işlemler bittikten sonra yanımızda bulunan pasaportlarımızı teslim alacaklarını ve akebinde de otobüslere hareket izni vereceklerini söyledi.Bu cevap azda olsa beni tatmin etmiş, zihnimdeki sorulara cevap bulmama vesile olmuştu.
Sabah altı otuz, yedi sularında otelimize ulaşmıştık. Otelimiz; hicretten sonra Medine’de Peygamber Efendimizle ashabı tarafından inşa edilen ve içerisinde peygamberimizin kabrinin de olduğu, Mescid-i Nebevi’nin tam karşısında bulunuyordu. Otobüsten iner inmez, Mescid-i Nebevi’nin muhteşem çehresi ile karşılaşmam bir oldu. Hayallerimi süsleyen bu muazzam mabed şu an önümdeydi ve ben bu güzellikten gözlerimi bir türlü alamıyordum. Durumum eşimin dikkatini çekmiş olacak ki, bana: “valizler otele taşındı, biz hala niye bekliyoruz” diye seslendi. O an etrafıma göz gezdirdim, tüm hacı adayı arkadaşlarım otele giriş yapmış, dışarıda benim gibi on onbeş kişi kalmıştık. Adeta dilim lal olmuş gibiydi. Ancak bir kaç saniye sonra eşime; tamam, gidelim diye cevap verebildim.Oteldeki odamıza yerleşir yerleşmez, kendimi yatağa atmam bir olmuştu. Zira, dokuz saattir bazen ayakta, bazen de oturur vaziyette; farklı bir telaş ile heyecan içerisinde Peygamber Efendimize ulaşmak için yollardaydık. Bedenim Yorgun ve bitkin olsa da, yüreğim kıpır, kıpırdı ve gözlerimde ise uykudan eser yoktu. Bir müddet dinlendikten sonra yatağımdan kalkarak, odamızdaki pencerenin perdesini aralayıp, dışarıyı seyretmeye başladım. Mescid-i Nebevi bütün ihtişamıyla karşımda duruyordu.(devam edecek)
Selam ve dua ile.