Beled çarşısını gezdikten sonra gurubumuzla buluşmak için çarşı girişindeki Suudi Arabistan kralı ve oğlu veliaht prensin fotoğrafının bulunduğu tabelanın yanına doğru yürümeye başlamıştık. Hemen önümüzde bulunan hacı adayı arkadaşlarımızdan bazılarının hatırı sayılır miktarlarda alış veriş yaptıkları ellerindeki poşetlerden anlaşılıyordu. Eşim onlara imrenmiş olacak ki, kulağıma eğilerek; “Baksana, herkes hediyeliklerini almış, bizde bir şey almadan dönüyoruz.” Diye mırıldanıp, hayıflandığını ifade ediyordu.
Gurubumuz buluşma noktasında toplanmış, Beled çarşısının önündeki geniş caddeden karşı yöne geçip, otobüsümüzün park ettiği alana doğru hareket etmişti. On dakika sonra otobüsümüze binerek koltuklarımıza yerleşmiş ve hareket saatini beklemeye koyulmuştuk. Gurup hocamız elindeki isim listesine göz gezdirip otobüste bulunanlara hitaben; “Gelmeyen var mı? Herkes geldi mi?” Diye bir soru yöneltmiş, arkasından da otobüste bulunan hacı adaylarını sırayla kontrol edip, mevcudun tam ve eksiksiz olduğundan emin olunca şoförün yanına sokularak; “tamam, yürüyebiliriz” diyerek hareketin startını vermişti.
Otobüsümüz Cidde’den Mekke-i Mükerrem’e istikametine doğru ilerlerken, yol üzerindeki bir viyadüğe tırmanmaya başlamıştı. O esnada duyduğum otobüsümüzün motorundan geldiği anlaşılan bazı anormal sesler, sanki bir arızanın habercisiydi. Maalesef korktuğumuz başımıza gelmişti. Otobüsümüz tam viyadüğün ortasında seyretmekte iken arızalanmıştı. Gurup hocamızın; “Kardeşlerim otobüsümüz arızalandı. Arıza giderilinceye kadar buradayız.” demesi bir an için sessizliğe yol açmış, arkasından bazı hacı adayları tarafından gurup hocamıza; “Hocam arıza ne zaman giderilecek? Daha ne kadar buradayız? Gibi bilindik sorular yöneltilmeye başlamıştı. Yolun sağ yönündeki güvenlik şeridine park eden otobüsümüzde birkaç dakika oturmuş, sıkılmaya başlayınca diğer hacı adayları gibi bizde eşimle birlikte yol kenarına inerek beklemeye başlamıştık.
Viyadüğün hemen kenarından başlayıp, mahallenin iç taraflarına doğru uzayan ve zemini toprak olan geniş bir arazide futbol müsabakası yapılıyordu. Sahanın çevresinde tahminen yüz veya yüz elli kişilik oturacak yer olmasına rağmen, belki de birkaç bin kişilik ateşli bir kalabalık oynanan maçı seyrediyordu. Etrafta onlarca otomobil, motosiklet ve bisiklet gibi araçlar park etmişti. Seyyar satıcılarının kol gezdiği ve özellikle de gençlerin yoğunlukta olduğu bu yer futbol sahasından daha çok panayır alanını andırıyordu. Taraftarların takımları için yaptıkları tezahürat görmeye değerdi. Yüksek bir tempoda ve koro halinde yapılan tezahüratlar, bizim otobüs arızasını unutmamızı yol açmış ve dikkatimizi oynanan maça yöneltmişti. Bir taraftan yoldan geçen otomobillerin rüzgarları ter içindeki vücudumuzu jilet gibi keserken, diğer taraftan da etrafa yayılan eksoz gazları hepimizi fazlasıyla rahatsız etmeye başlamıştı.
Cidde’nin bazı bölgelerinde bulunan ultra lüks malikaneler, havuzlu villalar ve olağan üstü güzellikteki müstakil evlerde oturan kuş sütünün eksik olmadığı sofralarında altından kaplamalı tabaklarda yemekler yiyip, zevk ve sefa içinde yaşam süren kesim ile şu an seyre daldığımız maçın oynandığı sahanın bulunduğu mahalledeki metruk evlerde yaşam mücadelesi veren kesim arasında uçurumlar vardı. Bu bir tezattı ve Cidde’de ne yazık ki gelir düzeyi ve yaşam standardı bakımından tezatları barındıran kozmopolit bir şehir hüviyetini taşımaktaydı. (devam edecek)
Selam, sevgi ve muhabbetle..