AŞK, ÖZLEM ve ÖTESİ (28)

Osman Uzunkaya

Göz kapaklarım ağırlaşmış, gözlerimi açmakta zorlanır hale gelmiştim.Tüm azalarım söz birliği etmişçesine hep bir ağızdan adeta uyumak istiyoruz diye haykırıyordu.Ruhum farklı bir boyut kazanan zaman ve mekan mefhumunun sırrına duçar olmuş, yüreğim aşk deryasının sonsuz enginliğine kanat çırpmak için hazır ve nazır bir şekilde bekliyordu.Yarı uyur  vaziyette iken birden bire gözlerim fal taşı gibi açılmış ve bedenimi teslim alacak uyku hepten kaybolup gitmişti.Ani bir kararla yatağımdan doğrulup uyumaya çalışan eşime;  Kabe’ye gidelim mi? diye sormuştum. Eşimin “ gidelim” demesinin ardından hazırlıklarımızı hızla tamamlayarak bizi Kabe-i Muazzam’a ya götürecek otobüste yerimizi almıştık.

                Gecenin bir vaktiydi. Nurlu yolun arşa uzanan ucu insan kalabalığından görünmüyordu. Mescid-i Haram’ın önünde art arda ip gibi sıralanan ve  özellikle Afrika kökenli hacı adaylarından oluşan çok sayıdaki gurup, tavaf yapar gibi yürüyerek tüm dikkatleri üzerlerine çekiyorlardı.Alanı tıklım tıklım dolduran hacı adaylarının üzerindeki  beyaz elbiselerin oluşturduğu görüntü, sanki gök yüzünden Mescid-i Haram’ın önüne inmiş bir bulut kümesini andırıyordu.

                Eşimle birlikte Kabe-i Muazzam’a nın  Abdülaziz kapısına doğru yönelmiştik. Kapıya üç veya dört metre kala,  güvenlik görevlilerince önümüzde bir barikat oluşturulmuş  ve içeriye girmemize izin verilmemişti. Baya bir şaşırmış, biraz da üzülmüştüm. Hacı adaylarını “hacı, hacı” diye bağırarak uyaran  el ve kol hareketleri ile Kabe-i Muazzam’a nın giriş kapısının önünü  boşaltmaya çalışan güvenlik görevlilerinden birine işaret dili ile içeriye girmek istediğimi anlatmaya çalışırken,güvenlik görevlisinin ağzından dökülen “hacı ful,ful” sözü ile irkilmiştim.Anlaşılan Kabe-i Muazzam’a doluydu ve bu doluluk nedeniyle de hiç kimse içeriye kabul edilmiyordu.

                Kabe-i Muazzam’a nın önündeki zemini mermer kaplı büyük meydan kalabalıktan neredeyse dolup taşmak üzereydi.Gök yüzün de hasıl olan kızıllık seher vaktine girildiğini anlatıyordu.Biraz sonra hava da bir beyazlık oluşacak ve “fecir” zamanı başlayacaktı. “Fecir” zamanının başlamasıyla da sabah namazı vaktine girilmiş olacaktı. Seher vaktinde uyanık olanlar, namaz ve dua ile Allah’a sığınanlar; tövbe ve istiğfar ederek gözyaşı dökenler Kuran-ı Kerim’de takdir edilmişlerdi. Bir ayet-i Kerime’de Yüce Rabbimiz: “Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.Onlar geceleyin pek az uyurlardı.Onlar seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi.” (zariyat, 51/15-18) buyurmaktaydı.

                Kabe-i Muazzam’a yı göremesem de, mis’ten daha mis olan mübarek kokusunu içimde hissediyor ve ağlamamak için kendimi zor zapt ediyordum. Seher vakti burada olmak ve bu muhteşem mekana yüz sürebilmek Allah’ın bana bahşettiği güzel bir lütuftu.Eşim ve ben hanım ve erkek hacı adayları için paravanlarla ayrılan namaz kılma yerlerine geçerek kendimize birer yer edinmiştik. Anlımı defalarca öpen seccademin üzerine diz çökerek , Allah’tan(c.c.)  niyazda bulunmaya ve O’na tövbe ve istiğfar etmeye, Ondan af dilemeye başlamıştım.Etrafımda bulunan ve ellerini sema ya açarak dua eden hacı adaylarının duyguları yüzlerinden okunuyordu. Hepsi mutluydu, huzurluydu ve yürekleri aşk ve özlemle çarpıyordu.  (devam edecek)

                Selam, sevgi ve muhabbetle..