Peygamber Efendimiz’in muhteşem izlerini barındıran mekanlardaki ziyaretlerimizi tamamlayarak, akşam saatlerinde otelimize dönmüştük.Otelden içeri girdiğimde gördüğüm bir şirket görevlisinin ilan panosuna yapıştırdığı ilan metni, merakıma mucip olmuştu.Zaten bugünlerde Medine-i Münevvere’de kalma süremizin sonuna gelindiğine dair bazı söylentiler dillendiriliyordu. İlan panosunun önündeki kalabalığa rağmen, ilan metnini bir solukta okumuştum.İlanda; yarın saat 15.oo’de ihramlı bir şekilde Mekke’ye hareket edileceğini, sabah kahvaltsından sonra otelin lobisinde konu ile ilgili olarak bir bilgilendirme toplantısının yapılacağını ve tüm hacı adaylarının bu toplantıya katılmak üzere lobi de hazır bulunmalarının gerektiği belirtiliyordu.
Gece yatağıma uzunmadan önce, odamdaki Mescid-i Nebevi manzaralı pencerenin önünden kendimi bir türlü alamamıştım. Bu muazzam güzelliği seyre daldığım esnada, merhum şair Ali Ulvi Kurucu’nun zihnimdeki Peygamber Efendimize ithafen kaleme almış olduğu, “ Efendim” adlı şiirinin bazı dizeleri dilime dökülüverdi.O an göz yaşlarımın yanaklarımı ıslattığını farkettim ve o güzel dizeleri yavaşca mırıldanmaya başladım: “Ruhum sana aşık, sana hayrandır efendim./Bir ben değil alem sana kurbandır efendim./Mahşerde nebiler bile senden medet ister./Rahmet diyen alemlere Rahman’dır efendim./Aşkınla buhardan gibi tütmekte bu kalbim./Sensiz bana cennet bile hicrandır efendim.”
Eşimle beraber Medine-i Münevvere’de bulunduğumuz son günün seher vaktinde; Mescid-i Nebevi’nin o pak havasını tekrar solumak ve Peygamber Efendimize selatü selamda bulunmak için yola koyulduk. Mescid-i Nebevi her zaman olduğu gibi yine coşkun bir kalabalığı misafir ediyordu.Bazı hacı adaylarının gözlerindeki mahmurluk; onların Mescid-i Nebevi’nin sıcak mermerlerin de sabahladıklarını itiraf eder gibiydi.Hangi zaman diliminde olursa olsun, bu muazzam mekan hep doluydu.Bir çok hacı adayı uykularını feda edip zamanlarını yumuşak yataklarında değil de, Mescid-i Nebevi’nin sert mermerleri üzerinde ibadet ve taat’da bulunarak geçiriyordu. Tek gayeleri Peygamber Efendimize yakın olmak ve sınırlı olan günlerini onun tevhid mücadelesine şahitlik eden bu müstesna mabed’de geçirerek, şefaatine nail olmanın verdiği gönül rahatlığı ile yurtlarına dönmekti.
Artık seherin kızıllığı sona ermiş, sabahın habercisi olan güneş ışınları ağır ağır Mescid-i Nebevi’nin yeşil kubbesine yansımaya başlamıştı.Bu sırada kubbe de oluşan ve eşine ender rastlanan görsellik, muhteşemden de öteydi.Eşimle birlikte, bir mermer sütuna yaslanarak yeşil kubbeyi uzun uzun seyrettik.Daha sonra sabah namazlarımızı eda edip, Kuran-ı Kerim okuduk. Yüce Rabbimize dua ve niyazda bulunarak afv ve mağfiret diledik.
Peygamber Efendimize selatü selamda bulunmak doyumsuz bir duyguydu.Mescid-i Nebevi’nin selam kapısından girip, ziyaret koridorundaki kalabalığa karışmıştım. Peygamber Efendimizin kabri saadetlerinin önüne yaklaştıkça yoğunluk daha da artmış, Peygamber Efendimizi selamlama nidaları duyulur olmuştu.Bu müthiş atmosfere bende selatü selamlarla eşlik etmeye başladım: “Esselatu vesselamu aleyke ya Resulallah/Esselatu vesselamu aleyke ya Habiballah/Esselatu vesselamu aleyke ya seyyid-el evveline vel ahirin. (devam edecek)
Selam, dua ve muhabbetle..