AŞK, ÖZLEM ve ÖTESİ (13)

Osman Uzunkaya

Uhud Şehitliği ziyaretimiz sona ermiş, rotamızı Kıbleteyn Mescidi’i istikametine çevirmiştik. Kıbleteyn Mescidi Medine-i Münevvere’nin kuzey batısındaki Vebere Harre mevkiinde ve Mescid-i Nebevi’ye takriben beş kilometre uzaklıktaydı.

                İslamiyetin ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa yönüne doğru dönülerek kılınıyordu.Peygamber Efendimiz namazların Kabe yönüne doğru dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’dan gelecek ilahi emri bekliyordu. Hicretten on sekiz ay sonra şaban ayının on beşinci günü, (berat kandilin’de) peygamber Efendimiz öğle namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda bir ayeti kerime nazil oldu. O ayeti kerime de Allah c.c. şöyle buyuruyordu: “..Seni elbette hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Haram’a (Kabe’ye) doğru dön. (Ey müminler) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün.” (Bakara, 144) Bunun üzerine Peygamber Efendimiz namazı bozmadan hemen kabe yönüne doğru döndü. Cemaat’de saflarıyla birlikte döndüler.Böylece Kudüs yönüne doğru başlayan namazın son iki rekatı kabe’ye yönelinerek tamamlanmış oldu. İşte bu sebebten dolayı bu mescidin adı Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi olarak anılmaya başladı.

                Ana yol güzergahının yanı başında bulunan, etrafını farklı cinsten ağaçlar ile yeşil alanların çevirdiği Kıbleteyn Mescidi; kıble yönündeki iki köşesine inşa edilmiş birer minaresi ve iki kubbeden oluşan yapısıyla adeta ben buradayım diyordu.Bu güzel mekan; beyaz bir güvercine benzeyen görüntüsü ile beni ve diğer hacı adayı arkadaşlarımı etkilemişti. Buraya yoğunlaşan bakışlarımız duyduğumuz hayranlığın en bariz ifadesiydi. Kıbleteyn Mescidinin giriş ve çıkış güzergahını insan seli kaplamıştı. Ziyaretçi trafiğinin yoğunluğu nedeniyle gurup olarak hareket etmenin zorluğu ortadaydı. Bu yüzden de gurup hocamız, ziyaretimizi bireysel olarak gerçekleştirmemizi, çıkışta da bulunduğumuz yerde toplanmamızı istemişti.

                Mescidin içine girer girmez ilk gözüme çarpan şey; modern tarzdaki süsleme motiflerinin görselliğiydi. Her yer Türk hattatlarından Hasan Çelebi’nin yazdığı, celi sülüs ve küfi hatlarla bezenmişti. Bakara Suresinin nazil olmasından önce Peygamber Efendimizin namaz kıldırdığı Kudüs yönündeki mihrap kapatılarak üzeri işaretlenmişti. Mescidin içini bir müddet inceledikten sonra İki rekat Tahiyyet’ül-Mescid namazı kılıp, tefekküre daldım. Yüce Rabbime şükürler ederek dua ve niyazda bulundum.

                Kıbleteyn Mescidinden sonra sıra Hendek Savaşının meydana geldiği yerde bulunan “Yedi Mescidler”i ziyarete gelmişti.Kısa bir yolculuğun ardından buraya ulaşmıştık.Burada bulunan Sel dağının eteklerine savaş sırasında, Peygamber Efendimizin karargahı ile bazı çadırlar kurulmuştu.Daha sonra bu alana yedi adet mescid yapılmış, zamanla yıkılan bazı mescidlerin yerine de büyük bir cami inşa edilmişti.Sel dağının karşısında yer alan ve bugün sıra sıra dükkanlar ile işlek bir caddenin bulunduğu yere saldırıda bulunacak Mekkeli müşrikleri durdurmak için hendekler kazılmıştı.Son olarak Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid tarafından onarılan bu hendekler; ancak 1940 yılına kadar ayakta kalabilmişti.Ne yazık ki bu hendekler kapatılıp, üzerinden yol geçirilmek suretiyle yok edilmişlerdi.Aslında yok edilen edilen sadece bu hendekler değildi. Yok edilen Medineli müslümanların müşriklere karşı verdiği destansı mücadelenin aziz hatırasıydı. (devam edecek)

 Selam, sevgi ve muhabbetle..