Alev Alatlı, 2014 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nde tarihe not edilen konuşmasında;
‘Tarihin bize öğrettiği bir şey var. İster en mükemmel yönetim sistemini, ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun. Bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler Tüzüğü, ne Helsinki Beyannamesi, ne AİHM Mevzuatı, ne de en üstün silahlar kurtarabilir.’ demişti.
Son 200 yılın tarihi;
Bir merhamet medeniyeti olan Türk-İslam medeniyetinin en kristal örnekliğini sunan Osmanlı’nın bir daha insanlığın önüne rol modellik, moral liderlik yapamaması üzerinedir. Bu imkanının imhası üzerinedir.
Bir sömürü sistemi olan batı emperyalizmi ile merhamet medeniyeti Osmanlı arasındaki mücadele 18. Asır boyunca sürmüş, mücadele merhamet medeniyetinin askeri, siyasi gücünün sınırlanması olarak kodlanmıştır.
19. Asır ise Osmanlı medeniyet taşıyıcılarının kendi medeniyet değerlerine şüphe ile baktırabilmek üzerine geçmiştir.
20. Asır başlarında1924’te bir mecburiyet olarak imzaladığımız Lozan ile de varlığın tescili ve istiklalin kabulu karşılığında merhamet medeniyetinden müstafi sayılmamızı, batı kültür dairesinin de 2. Sınıf üyesi olma irademizi beyan ettik. 200 yıllık süreç böylece nihayetlendi.
Batı sömürü sistemine meydan okuma potansiyeline sahip tek medeniyetin lider ülkesinin bir daha meydan okuma kapasitesine erişememesi üzerine kontrol sistemleri Lozan ve sonrası süreçte kurgulandı. Bu kurguda;
Ait olduğumuz medeniyet değerleri ile iletişim halinde olmamızı engelleyecek dil, eğitim, ideolojik araçlar tesis edildi. Eşzamanlı olarak büyük devlet olmanın maddi unsurları olan beşeri sermaye, ekonomi, enerji, tarımsal yeterlik alanlarında batıya bağımlı bir yapı kurgulandı.
‘Kırmızı Kitap’ Milli Güvenlik Siyaset Belgesi olarak kodlanan seçilmiş elitleri gerçek karar verici haline getiren siyasal yapının tesis edilerek kontrol sistemleri mükemmelleştirldi.
Lozan’da Anadolu’ya hapsolmuş çevresi ile çatışma halinde bir yapı kurgulamıştı. Yeni kurulan Devlet, Kendisinden önceki iki imparatorluğun –Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları- insan kaynaklarına ulaştıracak olan iki alana, ‘Orta Asya Türk coğrafyası ile Ortadoğu İslam coğrafyası’na ulaşmasının engellenmesi için kompleks, çoğu zamanda birbiri ile çelişen politikaları, kitlesel eğitimi bir endoktrinasyon aracı olarak kullanarak uygulamıştır.
Orta Asya Türk dünyası ile ilgilenen herkes Türkçü suçlaması ile tasfiye ederken, Ortadoğu İslam coğrafyasına ulaşma potansiyeli ise laikliğin patolojik uygulaması ile islam tüm yaşamdan dışlanmış, ‘Türkler artık İslam değil’ algısı üretilmiş ve üretilen bu algı ile din üzerinden yüzyıllarda oluşan zemin yok edilmiştir.
Eşzamanlı olarak Arap bölgesinde de Arap milliyetçiliği Türk düşmanı bir formda üretilmiş ve Osmanlı’nın varisi Türk ulus devletinin İslam coğrafyasına ulaşma, etkileşimde bulunması engellenmiştir.
Yeni Türk ulus devletinin, Orta Asya Türklüğü ile ilgilenen entellektüelleri Türkçü olarak suçlayıp yargılamakta iken, aynı devletin Arap-İslam coğrafyasına yönelik Seküler-Türkçü söylemi dikkat çekicidir.
Osmanlı yönetim sisteminde sembolik bir değeri olan hilafet kurumunun Lozan’da uzun tartışmalara konu olmasını da aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. Lozan’ın hilafetin kaldırılmasından hemen sonra imzalanması ilginçtir. Bu tercihte belirleyici olan salt bir yönetim sistemi tercihi değildir, hilafetin İslam coğrafyasında etkili birleştirici bir araç olma potansiyelidir.
Lozan’da sınırlar, 20. yüzyılın stratejik enerji kaynağı petrolün, üretildiği sahalara teğet çizildi. Sınırlarımız içinde eskaza bulunan petrol alanları ise verimli olmadığı gerekçesi ile kapatıldı/kapattırıldı. Musul petrolleri üzerinde hak iddiasına başladığımızda, Şeyh Sait İsyanının çıkarılması da aynı iradenin tezahürüdür.
21. Yüzyılın stratejik enerji kaynağı nükleer enerji idi ve Türkiye’nin bu enerjiye de sahip olmaması için herşey yapıldı.
Türkiye’nin süper güç olma iddiasını örseleyecek bir başka kritik alan ise tarımsal üretim kapasitesinin kontrol altında tutulmasıdır. Anadolu’nun onbin yıllık gen kaynakları İsrail menşeili hibrit tohumlarla büyük oranda yok edildi. Ancak;
Son 10 yıl içinde tohum sektörüne yaptığımız yatırımlar ile milli tohum üretimimiz ihtiyaçlarımızın neredeyse tamamını karşılayabilir hale geldi ve 2022’de tohum ihracatımız ithalatımızı ilk kez geçti.
Enerjide dışa bağımlılığı azaltmaya çalışıyoruz. Güneş ve rüzgar enerjisinin payı %1'lerden % 16'lara çıktı. Karadeniz Doğalgazını 20 Nisan'da kullanmaya başlıyoruz. 2024 sonlarında doğalgazda milli kaynakların yeterlilik oranı % 30’a çıkacak. 1970'de kararı alınan ama bir türlü yaptırılmayan Akkuyu Nükleer Santrali bitirdik ve 27 Nisan'daki yakıt yüklenecek. Türkiye nüklüer enerji teknolojisine sahip ülkeler kategorisine girecek.
TOGG ile geleceğin otomotiv endüstrisi elektirli araç teknolojisine iddialı bir giriş yaparak 1960’da Devrim arabası ile kaçırdığımız imkanı tekrar yakalamaya çalışıyoruz. Aynı durum hava araçları teknolojisinde de geçerli. İHA,SİHA ve Kızıl Elma ile büyük bir aşama katettik.
Küresel ilişkiler boyutunda vesayetin son aparatı FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’da tasfiye edilmesi ile yeni bir süreç başladı.
Orta Asya Türklüğü ve İslam coğrafyasında yaptığı atılımlar ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir zorunluluk olarak kabullendiği içe kapanma stratejisini terkettiğimizi 30 yıllık esir Türk Yurdu Karabağ’ı özgürleştirerek deklare ettik.
Fransa ve İtalya tarafından tekrar sömürgeleştirilmek istenen Libya’da aktif rol aldık, yaptığımız anlaşma ile dünya deniz ticaretinin üçte biri demek olan Akdeniz su yolunu büyük oranda kontrol edebilir hale geldik. Fransa, Afrika’da Türk STK’larının faaliyetlerinden rahatsız. Mansa Musa’nın coğrafyası Fransız emperyalizmine en azından düşünsel boyutta kafa tutmaya başladı.
Sonuç olarak;
Türkiye Lozan’daki mecburiyetlerinden kurtulmuştur. Merhamet medeniyeti ile bağlarını tekrar kurmaktadır. ‘Dünya, 5’ten büyüktür.’ meydan okumasında kendisini bulan büyük bir ‘manevi’ enerji biriktirmektedir.