Dünyanın demokratik ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de politikacılar, kısa dönemde siyasi gelecek elde etme uğruna (tekrar seçilmek, siyasi ömürlerini uzatmak, ülkenin nimetlerinden yönetimde olma dolayısıyla daha fazla yararlanmak vb.), uluslararası ve ulusal konularda uygulamaya koydukları politikalarla, bir taraftan global ölçekte olmak kaydıyla iktisadi anlamda potansiyel ve istikrarlı büyüme, diğer yandan ise küresel refah ve barış ortamının oluşmasını engellemektedirler. Bu konuda başı çeken ABD, Almanya, Çin, Japonya, İngiltere gibi dünya ticaret hacminin yaklaşık dörtte üçünü karşılayan ülkeler olunca, global bazda yansıması ve oldukça hızlı yayılması nedeniyle daha etkili sonuçlara yol açmaktadır. Üstelik bu ülkeler arasında yer alan özellikle ABD’nin, kendi çıkarlarını sağlamak amacıyla kural tanımaz siyasi uygulamaları, bunlar da yetmediğinde askeri güç seçeneğini devreye sokması, ayrıca AB içinde en büyük ekonomi ve siyasi güce sahip Almanya’nın AB ülkelerini organize ederek ABD benzeri politikalar takip etmesi, dünya barışının ve huzurunun önündeki en büyük sorundur. Yani gelişmiş ülkeler, menfaatleri gereği her türlü siyasi ve askeri atraksiyonları uygulamaya koymakta, üstelik bunları başka geri kalmış ülkeleri veya besleyip palazlandırdıkları terör örgütlerini taşeron olarak kullanarak yapmakta, söz konusu girişimlere rağmen hala başarısızlık olasılığı ortaya çıkması durumunda ise demokrasi, insan hakları, evrensel hukuk kuralları gibi klişe kavramların yetersizliğini bahane ederek, tabir yerindeyse ABD, AB konsorsiyumu olarak (Kuveyt, Irak) bizzat kendileri çökmektedir. Tüm bu girişimlerde bulunurken, hem kendi iç hem de uluslararası kamuoyunu, tekel konumunda oldukları görsel ve yazılı iletişim araçlarını (TV, Gazeteler, İnternet, Sosyal Medya vb.) kullanmak suretiyle başarıyla ikna edebilmektedirler. Durum böyle olunca, önce sorunu ortaya çıkaran ülkelerle, sonrasın da çözmek için uğraşan ülkeler, aynı ülkeler olmaktadır. Ama sonuçta ABD, AB gibi ülkeler, kaosun çözümlenmesi gayretleri sırasında ve sonrasında ürettikleri silahları satmakta, kullanmakta, zengin yer altı kaynaklarına el koymakta, harap haline getirdikleri ülkelerin yeniden imarı için kendi firmalarını kullanmak suretiyle, bir taşla neredeyse kuş sürüsünü vurmaktadırlar. Senaryosu yazılan, vizyona konan, tezgahlanan ve dünyaya yutturulan oyun budur ve gayet açıktır.
Gelişmekte olan ülkelerle, petrol, doğal gaz, bakır, altın, uranyum, demir, alüminyum, çinko gibi zengin yer altı emtialara sahip ama geri kalmış ülkelerin, bu oyunu görmeden, tüm dünyanın huzura, refaha ve barış ortamını yakalaması hayal bile değildir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar geçen dönemde, yine başını ABD’nin çektiği ve Avrupa’nın da takip ettiği ülkeler grubu, küresel ölçekte kurdukları Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi iktisadi kurumlarla, komünist Sovyetlerin de çökmesini de avantaja dönüştürerek, sadece kendi zenginliklerini artıracak şekilde adımlar attılar. Yeraltında yıllardır biriken stresin aniden ortaya çıkıp çok büyük depremlere ve felaketlere yol açması gibi, artık geri ve gelişmekte olan ülkelerin halkları da dünya refahın ve nimetlerinden taleplerini artık daha yüksek perdeden dile getirmektedirler. Sadece dile getirmekte kalmayıp, daha fazla çalışarak, gelişmiş ülkelerin ortalama büyüme hızlarından iki kat daha fazla büyüme trendi yakalayarak da, bunu göstermektedirler.
XXI. yüzyılın kalan üç çeyreği yukarıda genel hatlarıyla anlatmaya çalıştığım gerçeğin, tüm dünya ülkeleri açısından, nasıl değerlendirildiğinin test edileceği bir dönem olacaktır. Testi başaranlar gelişmişlik, refah ve barış açısından bir üst lige çıkarken, diğerleri kısır çekişmeler etrafında dönmeye, yılları boşa geçirmeye ve dün geçtikçe de geri kalmaya mahkum olmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Kısa dönemli hedefler peşinde koşan siyasetçilere prim verilmediği, toplumsal birlikteliğin sağlandığı, yıkıcı hatta vatan hainliği boyutunda değil yapıcı muhalefetin yapıldığı, ülkenin çıkarları söz konusu olduğu zaman diğer tüm unsurların teferruat olarak görüldüğü bir ortamın oluşmasını başaran ülkelerin; kalkınma, büyüme, gelişme, toplumsal sosyal huzurun sağlanması yönünde yolu açıktır. ABD ve AB gibi batı ülkelerinin sahip oldukları nimetleri kaybetmemek için, arenada mızrak darbeleriyle hunharca yaralanmış boğalar gibi gözü dönmüşçesine uygulamaya koyacakları her türlü manipülasyona (ekonomik tehdit, iç savaş, savaş, terör, etnik ve dini hassasiyetlerin kaşınması gibi.) karşı, ancak bu duruma gelmeyi başaran ülkeler ayakta kalacaktır. Zaten bu ülkeler için, küresel ve ülkesel günlük ekonomik gelişmelere bağlı sorunların çözümü hiç de zor olmayacaktır.
Soru: Hükümet politikaları Merkez Bankası politikalarını yönlendirmeli mi? Neden?
Sözün Gözü: İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.