Üniversitenin ikisi asli, ikisi de tali olmak üzere dört misyonu vardır. Bu misyonlardan asli boyutta iki misyonundan ilki bilginin üretilmesi amacına odaklanan Araştırma misyonu, ikincisi ise üretilen bilginin transferi, yayılması, öğretilmesi boyutunda Eğitim-Öğretim misyonudur.
Her bir misyonun farklı organizasyonel yapı gerektirdiği gerçeğine rağmen bizim üniversite sistemimiz her iki misyonu da yerine getirmek üzere kurgulanmıştır. Doğal olarak iki misyonu da layıkı ile yerine getirememektedir. Batı Üniversitelerinde researcher ve lecturer olarak tanımlanan farklı yeterliliklere dayalı iki akademisyen tipolojisinin varlığına rağmen, Türkiye üniversiteleri bu iki misyonun gerektirdiği yapısal ayrımı yeni yeni fark etmektedir. Bununla birlikte üniversiteler, ‘Araştırma Üniversitesi’ etiketini üniversite pazarlama stratejisinin bir parçası olarak marka değeri oluşturmak için kullanmaktadır. Tüm bu eksik anlaşılmaya rağmen Araştırma Üniversitesi, bilgi toplumunun zenginlik kaynağı, stratejik ürünü bilginin üretilmesindeki tekel konumu ile günümüz yükseköğretim sisteminin en önemli kurumu hâline gelmiştir.
Bugün için üniversite marka değeri oluşturmak için pazarlama mottosu olarak kullanılsa da süreç içinde Araştırma Üniversitesi gereklerinin aşama aşama hayata geçirileceğini söylemek kehanet olmayacaktır.
Araştırma Üniversitesinin bilgi üretimindeki tekel konumunun gereği olarak yükseköğretimde yapısal dönüşüm programları, tüm Dünyada hayata geçirilmektedir. Türkiye’nin de bu süreçten bigane kalması mümkün değildir.
Araştırma Üniversiteleri nasıl kurulmaktadır?
Araştırma Üniversitesi belirlenirken, kurgulanırken bazen doğrudan ilk kez Araştırma Üniversitesi olarak kurulmaktadır.
Bazı üniversitelerde ise diğer üniversitelere göre araştırma misyonunun daha ön plana çıktığı bir kültür oluşabilmektedir. Bu üniversitede oluşan araştırma habitatı/kültürü Araştırma Üniversitesi olarak seçilmesinin zeminini oluşturmaktadır. Bazen de eğitim-öğretim misyonu üzerinden var olmuş bir üniversitede, üniversite hakim kimliğinden bağımsız olarak bazı bilim alanlarında araştırma habitatı/kültürü oluşabilmektedir. Bu bilim alanları ihtisaslaşmanın, misyon farklılaşmasının zemini olmaktadır.
YÖK, ikinci ve üçüncü yöntem ile Araştırma Üniversitelerini belirlemiş ve bu üniversiteler 2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreninde Cumhurbaşkanımız tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Seçilen üniversitelerin ikisi hariç tamamı 1982 öncesi kurulmuş üniversiteler olup seçilenler arasında son 10 yılda kurulan üniversite bulunmamaktadır. YÖK, bu çalışmasında10 üniversitemizi Araştırma Üniversitesi, 5 üniversitemizi de aday üniversite olarak belirlemiştir. Ülkemizde 200'ün üzerinde üniversite olduğu ve orta gelir tuzağından çıkışta bilgi üretiminin rolünü dikkate aldığımızda 10 Araştırma Üniversitesi ve 5 Aday Üniversite sayısı yetersizdir. Araştırma Üniversitesi sayısının 20’ye, Aday Üniversite sayısının da 10’a çıkarılması gereklidir. Bu üniversiteler arasındaki rekabeti de arttıracaktır.
‘Araştırma Üniversitesi’ etiketinin marka değeri nedeni ile her üniversite bu etiketi kullanmak istemektedir ancak bütün üniversitelerin Araştırma Üniversitesi olması mümkün değildir, gerekli de değildir. Eğitim-Öğretim ağırlıklı konvansiyonel üniversite, Yükseköğretim sisteminin hakim yapısı olmalıdır. Bununla birlikte bu üniversiteleri tematik boyutta farklılaştırmalıyız.
Araştırma Üniversiteleri sağlık, mühendislik ve temel bilimler alanları öncelikli olmak üzere ihtisas alanı tanımlamalı ve kaynaklarını bu alana transfer etmelidir. İhtisas alanı dışındaki diğer alanlar ise ihtisas alanını destekleyecek bir konseptle yapılandırılmalıdır.
Araştırma Üniversitelerinden iyi örnekleri incelediğimizde;
Bu üniversiteler, kitlesel eğitim-öğretim yapmamaktadır. Lisans programları nitelikli yüksek lisans ve doktora öğrencisine ulaşma boyutunda değerlendirilmektedir.
Bu üniversitelerde lisansüstü programların özelikle de doktora programlarının çeşitliliği ve kalitesi ile ön plana çıkmaktadır. Doktora programları akademisyen yetiştirmeye yönelik değil, araştırmacı yetiştirmeye ve bilim üretmeye yöneliktir. Bu üniversitelerde kaynakların daha çok inovatif alanlara tahsis edildiğini görmekteyiz. Bu nedenle bu üniversitelerde akademisyen performans değerlendirmesinde ‘yayınlar’ değil, patent, nihai ürün, özelikle de inovasyon habitatına yaptığı katkı ödüllendirilmektedir.
Bu üniversiteler, sanayi ile ve bilim üreten kuruluşlar ile çok yönlü, derinlikli ilişkiler geliştirmektedir. Öyle ki üniversite laboratuvarları sanayinin ARGE’si gibi çalışmaktadır. Sanayinin ihtiyaç duyduğu bilgi, araştırma üniversitelerinin laboratuvarlarında üretilirken, üretilen bilgi patente ve ticari ürüne dönüşerek üniversite kendi finansman modelini kurmaktadır.
Araştırma Üniversitelerinde akademisyenler arası ilişkiler hiyerarşik değildir. Profesörler, araştırma lideri rolünü içselleştirdiğinden diğer öğretim elemanlarını özelikle de Araştırma Görevlilerini rakip olarak görmez, nitelikli eğitim almaları için, iyi yetişmeleri için her şeyi yapar. Fakülte, Bölüm, Ana Bilim Dalı işleyişinde demokratiklik, katılımcılık, şeffaflık ve yönetişim her an hissedilir.
Ve en önemlisi bu kadar yoğun rekabete rağmen Ben dili değil, Biz dili hakimdir.