Anadolu’nun çok küçük bir bölümüme bozkıra hapsedilen islam medeniyetinin lideri Türk milleti, İstiklal Savaşı’nı kazanınca Global Monarşi, Anadolu dediğimiz coğrafyada Türk Milletinin varlığına katlanmak zorunda kaldı.
Bu katlanışın şartları vardı. İlki Türk Milletinin ait olduğu medeniyetle bağlarını koparması idi, ikincisi ise Anadolu dışındaki gönül coğrafyaları ile ilgilenmeyeceğine dair garanti vermesi idi.
Bu garantinin sürekliliği için batı medeniyetine meydan okuma potansiyeline sahip tek medeniyetin taşıyıcısı bir milletin kökleri ile bağ kuramasın diye güçlü bir kontrol sistemi kurgulanmıştı.
İlk kontrol düzeyinde bu milletin yönetici elitleri milletinin değerlerine yabancılaştırıldı hatta düşmanlaştırıldı. Batıya metfun, ezik bir yönetici elit yetiştirildi. Bunlar üzerinden ülke yönetildi.
Siyasal liderlerin kontrolden çıkma ihtimaline karşı da bu liderliğin kurduğu siyasal organizasyonları itibarsızlaştıracak gerektiğinde kriminalize edecek medya üretildi. İtibarsızlaştırılan siyasi kurumlar küçüldü, etkisizleşti, marjinalleşti.
Marjinalleştirilemeyen organizasyonları da kapatmak üzere Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi görevlendirildi.
Siyasal kadroların güç devşireceği sandığı, seçimleri, halkı manipüle etmek için güçlü bir medya ve yine seçim sonuçlarının parçalı bir şekilde parlamentoya yansımasını sağlayacak seçim sistemleri kurgulandı. Parti sistemi de parçalı kurgulanmıştır.
Bu kontrol sisteminin aşılması halinde ise yasamanın alacağı kararları denetleyen anayasa yargısı sistemi, yürütmenin alacağı kararları denetleyen Danıştay ve idari yargı sistemi kurulmuştur. Askeri ve yargı bürokrasisi üzerinden de kontrol sistemi perçinlenmiştir.
Bu aşamaya kadar ki kontrol sistemleri devlet aygıtının içerisindedir.
Olur ya devlet aygıtının içindeki bu kontrol sisteminin yetersiz kalması durumunda devreye girmek üzere ek kontrol sistemleri de kurgulanmıştır.
Gençliği kontrol etmek, gerektiğinde mobilize etmek üzere üniversite sistemi,
Esnafı kontrol etmek, gerektiğinde mobilize etmek üzere meslek odaları,
İşçi ve memurları kontrol etmek gerektiğinde mobilize etmek üzere sendikalar kurgulanmıştır.
28 Şubatta 5‘li Çetenin ve üniversitelerin işlevini düşündüğümüzde anlatmak istediklerimiz daha net anlaşılacaktır.
Amaç kontrol dışına çıkma ihtimali olan siyaset kurumunu kontrol edebilmektir. Dik durma potansiyelinin aşındırılmasıdır.
100 yıllık tarihimiz boyunca bu kontrol sistemleri çalıştı. 2002’den itibaren Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti bu kontrol sistemlerini sorgulamış, yüzleşmiş ve bir bir tasfiye etmeyi başarmıştır. Ama 15 Temmuza kadar 14 yıl boyunca Ak Parti bu kontrol sistemlerinden, vesayet zincirlerinden kurtulmakla uğraştı. Başardı ama çok zaman kaybetti.
Türkiye, 15 Temmuz sonrası milletin güçlü desteği ile Yeni Kapı ruhu olarak ifade edilen atmosferde son vesayet araçlarını da tasfiye etmeyi başardı.
Lozan’ın egemenleri Global Monarşi, Lozan’da tesis edilen statükoyu tekrar kurma adına kısa bir bocalama sonrası yeni kontrol sistemleri arayışına girdi. 15 Temmuz FETÖ İhanet Kalkışmasından tam 11 ay sonra 15 Haziran 2017’de Türkiye ana muhalefetinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir siyasi aktör devreye alındı, O’nun üzerinden ‘Adalet Yürüyüşü’ olarak kodlanmış ülkeyi istikrarsızlığa taşıyacak bir strateji uygulamaya kondu. Ancak siyasal aktörler üzerinden kurgulanmaya çalışılan bu kontrol sistemi toplumsal karşılık üretemedi, kitleselleşemedi.
Küresel sistemin yeni kontrol sistemleri kurma arayışı devam etmektedir. Adalet Yürüyüşü örneğinde politik aktörlerin başarılı olamayacağı anlaşılınca apolitik aktörlerin devrede olduğu yeni stratejiler devreye kondu. Bu apolitik stratejilerinin ilki LGBT Aktivizmi…
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi gibi masum bir maskeleme ile birlikte Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği gibi anlaşılması zor bir kavramlaştırma, ardından Tercihe Bağlı Cinsiyet, Akışkan Cinsiyet, Queer Aile gibi kavramlarla devam eden, yürüyüşlerle kitleselleşen, CHP’li belediyelerin lojistiğinde yeni bir sosyal kontrol sistemi devreye alındı. Bu stratejiye karşı duruş sergileyenler ayrımcılık, nefret suçu kapsamında itibarsızlaştırma operasyonlarına maruz bırakılmaktadır. Öyle ki ülkenin Diyanet İşleri Başkanını bile hedef almaktan kaçınmayan bir hadsizlik örneği sergilenmektedir.
LGBT aktivizminin etki düzeyi yüksek ancak kitleselleşme kapasitesi sınırlıdır. Bu nedenle kitleselleşme için meslek odaları ve sendikalar üzerinden apolitik strateji desteklenmektedir.
Pandemi sonrasında büyük önem kazanan sağlık hizmeti sunumu, Tabipler Birliği, Hekimsen gibi yapılar üzerinden aksatılmakta, toplumsal memnuniyetsizlik üretilmekte, devlet sistemi zaafiyete uğratılmakta, fay hatları hareketlendirilmektedir.
Geçmişi bir vesayet kurumu olan meslek odalarının yeni müttefikleri apolitik merdivenaltı sendikalar ile birlikte böylesi kirli bir politik kurgunun taşeronluğuna aday oldukları aşikardır.
Merdivenaltı sendikalara hayat öpücüğü veren ve kamusal finansman imkanı sunan Danıştay Kararındaki çerçeve de dikkate alındığında tasfiye edilmiş gözüken vesayet aktörlerinin tam olarak tasfiye edilmediğini, sadece uygun ortam beklediğini söyleyebiliriz.
Eylül başında Kayseri’de askeri malzeme üreten bir fabrikanın komutanının başörtüsünü yasaklayabilmesi Global Monarşinin saha kontrolüne hala devam ettiğini göstermektedir.
Çok net 2 soru sormak istiyorum;
Tabipler Birliği gibi meslek örgütleri ile hekimsen gibi apolitik sendikamsı yapıların demo rolünün bile nasıl bir kriz ürettiğini gördük. Dernek örgütlenme formunda iken kamusal finansman için sendikal örgütlenme formuna dönüşen 'deri/tür değiştiren' apolitiklik iddiasındaki sendikamsı yapılar nasıl bir politik kurgunun emrindedirler!
Böylesi apolitik yapılar hangi konjüktürde hangi politik amaca hizmet için görevlendirilecekler?
Ve biz daha ne kadar izleyeceğiz?
Çözüm o kadar kolay ki…
Odalar için; sendikalardaki gibi gönüllü üyelik ile alternatif odaların kurulması,
Merdivenaltı sendikalar için de; kamusal finansman imkanının siyasi partilerde olduğu gibi belli koşullara bağlanması…