Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan,
Mâ'-i tesnîm içelim, çeşme-i nev-peydâdan,
Görelim, âb-ı hayât akdığın ejderhadan,
Gidelim serv-i revânım yürü Sa'd-âbâd'a
Diyordu Nedim gazelinde. Lale devri diye tanımlanan dönemde Nedim’in yazmış olduğu bu şiirin dönüp dolaşıp günümüzde Z kuşağı diye isimlendirilen gençlerimizi de tavsif edeceğini, Nedim rüyasında görse belki hayra bile yormazdı. Ancak Z kuşağı diye tanımlanan gençlerimizin üzerinde bir üniversitemizin yaptığı alan araştırmasında bu gerçek bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Hayattan beklentilere dair ya da hayatın amacına dair kendilerine yöneltilen sorularda ezici bir yüzdelik: “popüler olma, bir an önce görevinde yükselme, kolay yoldan kazanç elde etme ve kolay harcama, hayattan zevk alma, uğruna zorluk çekeceği hedeflerden kaçınma, geleceğe yatırım yapmak için sıkıntı çekmektense bugünü rahat geçirmeyi tercih etme, kendi ihtiyaçlarını ve zevklerini ön planda tutma, başarı için aile iletişimini erteleme, kendi mutluluğunu başka şeylerden daha fazla önemseme” gibi davranışları benimsediklerini ve hayat felsefesi haline getirdiklerini ifade etmişler. Zorluklarla başa çıkma becerisi bu kuşakta henüz gelişmediği, ölüm inancı ve ölüm sonrası hayata inanmanın da neredeyse yok denecek durumda olduğu yine bu akademik çalışmalar neticesinde ifade edilen hususlar.
Bu durum eğitimcilerin anne babaların üzerinde ciddiyetle durması, düşünmesi ve çözüm odaklı yaklaşımlar ortaya koyması gerektiğinin ne derece elzem bir husus olduğunu ortaya koyuyor. Az önce yukarıda ifade edilen hayata dair hedefler, tek bir kelime ile özetlenebilir. Sorumsuzluk… Gençlerimizin günübirlik yaşadığı ve gerçek manada bir gelecek endişesi taşımadığı için bunun neticesinde de hedefsiz bir hayat algısına sahipler. Bu durum yetişmiş kuşak olarak tanımlanan X ve Y kuşaklarını ve devleti yönetenleri ciddi anlamda tedirgin etmeli. “Gençler geleceğimizdir!” klişe ibaresinden bile yola çıksak öyle anlaşılıyor ki geleceğimiz pek de parlak gözükmüyor. Ekonomik alanda, askeri alanda, savunma sistemlerinde ve pek çok alanda geleceğe dair yatırım yapmış olsak bile bu yatırımları müstefit hale getirecek olan gençlere, yetişmekte olan kuşaklara yatırım yapmadığımız müddetçe bu yatırımlar anlamsız ve değersiz kalmaya devam edecektir. Çıkarmış olduğunuz petrol, doğalgaz, geleceği kurtarma adına yapmış olduğunuz nükleer santraller, güneş enerji santralleri, rüzgâr santralleri, HES’ler, JES’ler vesaire hem bugün, hem de yarın bu gençler için bir anlam ifade etmemektedir. Günübirlik hazza dayanan ve sadece kendini önemseyip/önceleyip bir anlamda egosuna/nefsine/şehevi duygularına tapan bir insanın gelecekten beklentisi de yine bu eksende olacağından dolayı; kendisini çevreleyen aile, millet, devlet, ülke, bayrak, bağımsızlık gibi konular bir anlam ifade etmemektedir.
Şehirlerin, ülkenin imarından daha elzem bir konu Z kuşağı diye adlandırılan 15-30 yaş arasındaki gençlerin zihinsel imarını gerçekleştirebilmek olmalıdır. Yine bu akademik araştırma neticesinde Z kuşağı gençlerinde; “mezar taşından ne yazacağı, ölüm, öldükten sonra nasıl bir insan olarak anılacağı” gibi konuların hiçbir şekilde karşılığı yoktur. Belki de bu gençler, bu üç mefhumla ilk defa kendileriyle yapılan bu anketlerde yüzleşmişler veya karşılaşmışlardır. Hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat algısına sahip olan bu gençlerimizin hayat hakkında dengeli, isabetli düşünmesi ve bu minvalde ileriye dönük yorumlar/planlar yapması da ya da kendisini hazırlaması da biraz zor gözükmektedir.
Zihinlerin imarı meselesine gelince; zihinler tuğlayla, demirle, çimento ile taşla imar edilmiyor. Zihnin imarı, her şeyden önce sağlam bir inançla olur. Hem de bu sağlam inancın, hayatın fani olduğu temeli üzerine, asıl olanın ölüm ve ölümden sonraki hayat olduğu temeli üzerine inşa edilmesi gerekmektedir. Bunu hayat tecrübemizden veya gençlerin yanıtlarına bir tepki olarak ifade etmiyoruz. Ölümü ve hayatı yaratan ve son kitabı gönderen yüce yaratıcı, Mekkî surelerin neredeyse tamamında, çoğu zaman surelerin girişlerinde, ölüme, kıyamete, ölüm sonrası hayata, hesaba vurgu yapmasının temel sebebi yeni bir zihin inşa etme sürecinde temelin nereye, ne şekilde konulması ve zihin imarının hangi temel üzerinde inşa edilmesi gerektiğini bize ifade etmek, öğretmek içindir. Yüce yaratıcı, “Asr-ı Saadet” dediğimiz o dönemi inşa etmeye başlarken dünyanın fani olduğunu, ölüm gerçeğini, ölüm sonrası bir hayatın insanlığı beklediğini ve ölüm sonrası hayatta hangi sahnelerle karşılaşılacağını ifade ederek sağlam bir temel atmıştır. İnsanı yanlışa sürükleyen nefsin, şeytanın, hevâ ve hevesin tuzaklarından insanın kendisini uzaklaştırabilmesi ve kendisine bir ideal olarak en yüce hedefi belirleyebilmesi için bu zihin imarına ihtiyaç vardır. Bunun yolu da fani, geçici hayatta insanı günübirlik zevklerden uzaklaştırarak, kalıcı olan hedef noktasında idealize etmekten geçmektedir. Hayatın, oyun ve eğlence olduğu, gerçek hayatın ahiret yurdunda olduğu vurgusu, Asr-ı Saadet insanına bir hayat algısı ve ideali kazandırmıştır. Uğrunda savaşmayacağınız, canınızı bile feda etmekten çekinmeyeceğiniz yüce değerler yok ise hayatı yaşamanın ya da hayatta birtakım zorluklara göğüs germeninde hiçbir anlamı yoktur.
İnsanı bencillikten uzaklaştıran, toplumun bir ferdi yapan yüce idealler doğrultusunda kanalize eden yegâne mefhum, yüce bir hedef doğrultusunda yaşama isteği ve o hedefi gerçekleştirebilmek için bu dünyanın ve içindeki eğrisiyle doğrusuyla, hatasıyla, günahıyla, yanlışıyla, nimetleriyle bir sebep olduğunun şuurunda olabilmektir. Bu şuura, bu ideale sahip olan insanlar ancak yaşanabilir bir dünya kurar ve çevresindeki insanlara yaşam hakkı tanır. Huzuru, mutluluğu paylaşma yoluna gider. Ama ideal ve hedef olarak sadece kendi haz ve heveslerini merkeze oturtan egoist insanlar; diğer insanları bir rakip olarak, ezilmesi, yenilmesi, ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak görüp sadece kendi mutluluğuna odaklandığından dolayı etrafına mutsuzluk vermeye de devam eder. Bugün yaşamış olduğumuz problemin ya da toplumda bazen bize gelecek kaygısı diye sunulan hususun altındaki temel nedenlerden bir tanesi insanlığın amacının yanlış konulmasından dolayıdır. Sadece haz ve hevesleri doğrultusunda yaşayıp, kendi şahsi dünyasını imar etmek için dünyayı yaşanmaz hale getirenlerin neden olmuş olduğu zulmü, kaosu ve karmaşayı hep beraber yaşıyoruz, şahit oluyoruz. Daha fazla kazanma uğruna kendi konforunu daha fazla artırma uğruna bütün insanlığın hayatını tehlikeye atmaktan çekinmeyenlerin kurgulamaya çalışmış olduğu bir dünyada maalesef Z kuşağı olarak tanımlanan gençlerimizin de figüranlığına şahit oluyoruz. Figüranlıktan kurtarıp, gençlerimizi geleceğin belirleyicisi haline getirmek istiyorsak bunun yolu, gençlerimize doğru bir hayat ideali çizmekten, hedef koymaktan geçiyor. Hedef asla daha daha konforlu ama neticede fani olan bir hayat değil, mücadelelerle dolu ama kalıcı olan bir hayat ideali olmalı. Yoksa daha, “ne olacak bu gençlerin/insanlığın hali?” sorusunu sorup, cevap veremeden konuyu kapatmak zorunda kalabiliriz.