Bu aralar Türkiye ve Avrupa ülkeleri arasında yaşanan diplomatik krizleri hepimiz şaşkınlıkla izliyoruz. Aslında hepimiz de diyemeyiz. Tarih bilinci içerisinde olan ve Avrupa’nın cemaziyelevvelini bilenler hiç de şaşırmıyor. Almanya, Hollanda ve İsviçre gibi ülkelerin bugünlerdeki bu şımarık tavırları bana ataları IV. Romanos Diogenes’i hatırlattı.
Vakti zamanında 1070’li yıllarda yine bugünkü gibi Ortadoğu karışık. O zamanın Halep Emiri Şii Fatımilerin tahrikleri yüzünden Alparslan’ı çağırıyordu. Alparslan da yaşanan bu karışıklıkları gidermek üzere 1070 Temmuzda büyük bir ordu ile Ahlat’a gelir. Amcasının vasiyeti üzerine de Malazgirt ve Erciş’i hızlıca fetheder. Daha sonra Urfa’yı kuşattı iki ay süren kuşatmadan sonra anlaşma sağlandı. Alparslan Fırat’ı geçti Menbiç’i aldı.
Menbiç’i aldıktan sonra Mısır üzerine yürümeyi planlarken Bizans İmparatoru Diogenes elçisini gönderip Menbiç’i, Ahlat’ı, Erciş’i ve Malazgirt’i geri istedi. Aksi halde büyük bir ordu ile geleceği ile tehdit etti. Tabi Diogenes bu tehditten çok önce ordusunu hazırlayıp yola koyulmuştu. Amacı da hazır Selçuklu ordusu Suriye’deyken Alparslan’ın daha önceden fethettiği Ani, Kars, Pasinler ve Van’ı alıp Türkleri Anadolu’dan tamamen süpürmek hatta Selçukluları geldikleri yere geri yollamaktı. Kaynaklara göre de Bizans ordusu 200 bin kişiyken Alparslan ordusu 50 bin kişiden oluşuyordu.
Anadolu kahramanlarından biri olan Afşin Bey, Anadolu’da birçok sefer yapmış ve Bizans ordusunu yakından tanıyordu. Afşin Bey mektubunda: “İşte Rum ülkelerini fethedip büyük bir ganimet ile döndüm. Rumlar bizimle savaşacak kudrette değildir.” demesi Alparslan’ı rahatlatmıştı.
Alparslan Bizans İmparatoru Diogenes’e bir elçi gönderip barış teklifinde bulunur. Diogenes elçilere kötü davranarak teklifi reddeder. Hatta elçiyle aralarında şu diyalog geçer:
Diogenes: (şımarık bir tavırla) İsfahan mı güzeldir, Hemedan mı bana ondan haber verin.
Elçi: İsfahan.
Diogenes: Hemedan’ın soğuk olduğunu öğrendik. Biz İsfahan’da, hayvanlarımız da Hemedan’da kışlar. der. Türkleri yerle bir edeceğinden o kadar emindir ki böyle mağrur konuşmalar yapar.
Elçi: (bu muameleye dayanamayarak) Hayvanlarınız orada kışlar; ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem. Tarzında çok ciddi ve manalı bir cevap verir.
Öte yandan Alparslan’ın imamı Buhârâlı Muhammed b. Abd ül-melik: “Ey sultan! Sen Allah’ın başka dinlere zafer vaat eylediği İslâmiyet uğrunda cihâd yapıyorsun; bütün Müslümanlar minberlerde sana dua yaptığı Cuma günü savaşa giriş. Ben, Tanrının zaferi senin adına yazdığına inanıyorum” diyerek hem müjde verir hem de Alparslan’ın moralini yükseltir. Savaşın Cuma günü yapılmasına karar verirler.
Alparslan büyük bir imanla bağlı oluğu İslâm dinine hizmet yolunda İslâm Halifesinden Anadolu’da Bizans’la yapacağı Hilal-Haç savaşında İslâm ordusu için dua etmesini isteyen mektup gönderdi. Tüm İslâm camilerinde 26 Ağustos 1071 yılı Cuma günü okunan bu zafer duası şöyledir:
“Allahım! İslâmın sancaklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk için esirgemeyen mücâhidlerini yalnız bırakma; Alp Arslan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerin ile teyid eyle; zîra o senin rızanı kazanmak için varım, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor; o senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihâd ediyor ise sen de onu böylece koru; düşmanlarını kahret!” Halka hitap eden kısmında da: “Ey müslümanlar! Temiz bir kalb ile sultana dua ediniz; küfrün kökünü kazımak ve İslâmın bayraklarını yüceltmek için yalvarınız”
26 Ağustos 1071 gününde Cuma namazından sonra Alparslan askerlerini topladı ve atından inerek secdeye vardı: “Ya Rabbî! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrım! niyetim hâlistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” sözleri ile önce Allah’a dua etti.
Sonra beylerine, askerlerine: “Burada Allah’dan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamâmıyle onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz” diyerek hitabını bitirdi.
Askerleri ve beyleri hep bir ağızdan büyük bir iman ve inançla: “Asla emrinden ayrılmayacağız” diyerek savaşa başladılar.
Velhasıl Alparslan atası Mete’den bu yana uyguladığı meşhur savaş taktiği olan kurt taktiğini uyguladı. Bu kurt taktiği Selçuklularda turan, Osmanlılarda hilal taktiği olarak anılır. Savaşı büyük bir üstünlükle kazandı. Hatta Diogenes esir düştü.
İşte burada bütün kaynakların hatta yabancı kaynakların bile söz ettiği bir davranış vardır. Bu kaynaklarda Alparslan’ın, Diogenes’i asla alaya almadığı ve gayet nezaket çerçevesinde davrandığı ona esir değil imparator muamelesi yaptığı yazar.
Hatta onu görünce kucaklar ve: “İmparator! Müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size esir değil büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım” sözleri ile onu teselli eder. Ona çadır kurdurup hizmetçiler tayin ederek ona şerefli bir misafir muamelesi yapar.
İslam’la yoğrulmuş bir lider olan Alparslan vakur duruşu ve Allah’a kulluğu ile şu an bile devam eden Haçlı zihniyetine büyük bir ders vermiştir. İşte büyük devlet olmamızın büyük liderler yetiştirmemizin sebebi budur. Alparslan mağrurlanmamıştır. Allaha inanmış ve Ona güvenmiştir. Eski Bizans şimdiki Avrupa ise yine aynı muameleler ile Türkiye’yi küçümsemeye ve dışlamaya devam etmektedir. Ama şerefli Türk tarihi ortadadır. Bizim büyüklüğümüz zaferlerimizden değil kanımızdan, karakterimizdendir. İslam’a canımızı, gözümüzü kırpmadan feda edişimizdendir.