ALGILANAMAYAN KONYA

Sedat Dönmez

Pazarlama ve reklamcılık algıları yönetebilme başarısına dayalı. İyi ürün üretmek, dünyanın en kaliteli arabasını pazara sürmek, çok büyük fabrikalara sahip olmak tüketici zihnini satın aldırmaya koşullandırmak için yeterli doneler değil. İnsanların zihinlerinde algılarınızla tanınır ve sürdürülebilirlik sağlarsınız. Marka olarak öncelikle; “Nasıl algılanmak istiyorum?” soruna cevap vermelisiniz. Ardından da pazarlama bileşenlerinizi belirlediğiniz algıya göre planlamalı ve yönetmelisiniz. Algı demişken Konya şehri ile ilgili algımız nedir? Konya yöneticilerine göre; spor şehri, Mevlana şehri, huzur şehri, aşk şehri, sanayi şehri gibi uzun bir liste gidiyor. Onların Konya algılarını yazmaya kalkarsak bu sayfa dolup taşabilir. Peki, liste uzayıp gitse de bunun hangisine tam anlamıyla yatırım yapılıyor ve yurt içi ve yurt dışında nasıl algılanmak istediğimizle ilgili bir pazarlama süreci ilerliyor. Spor şehri Konya diyoruz. Tamam dünyanın sayılı futbol sahalarından birini yaptık. Gerçekten takdire değer bir arena. Peki, pazarlama burada bitti mi? Şimdi biz dünyanın en iyi stadlarından biri burada diye tüm dünya Konya’yı bir spor şehri olarak algıladı mı? Herkes sporu yaşamak için Konya’ya koştu mu? Hayır. Sadece bir stad inşa ederek algıları yönetemezsiniz. O işin ürün kısmıdır. Elinizdeki ürüne bir marka değeri katamaz ve bu değeri algılara yerleştiremezseniz stadın kalitesi zaten kısa zamanda geriye düşecektir. Konyaspor stadı ilk yapıldığı zamanlarda oynanan milli maçlar ile taraftar takdir topluyordu. Ancak son zamanlardaki Galatasaray taraftarının dövülmesi, Beşiktaş maçında sahaya girilmesi gibi krizler maalesef Konya’nın spor şehri algısını değiştirmeye başladı. Peki, Konyaspor yönetimi ve Konya yöneticileri bu konuda ne yapıyor? Bizim üzerimizde kirli oyunlar oynanıyor diyerek algıyı masumuz tarafına çekme gayretine giriyor. Üzgünüm ama bu şekilde zaten oluşturamadığınız algıyı daha başta yerle bir edersiniz. Bir şehrin spor şehri olarak algılanması birçok sacayağının yerine gelmesi gerekiyor. Bunlardan belki de önemlisi şehrin vitrini olan taraftar. İnsanları buraya çekecek ve spor şehri algısını yaratacak olan lokomotif güçlerden biri taraftarın maç öncesi, maç sırası ve maç sonrası tavırları. Eğer bu süreci yönetemezseniz spor şehri olarak değil holigan şehri olarak algılanır yaptığınız dünyanın en kaliteli stadlardan biri de boş tribünlere bakar durur.

Peki, diyelim spor şehrini başaramadık. Sanayi şehrine ne dersiniz? Sürekli organize sanayi açmakla övünüyoruz ancak henüz Türkiye ve dünya pazarına sunabildiğimiz katma değerli bir markamız yok. Binlerce metre karelik organizeler değil de tüketiciyi okuyarak üretebileceğiniz katma değerli markalar hem şehre hem de ülkeye daha çok katkı sağlayacaktır. Fason üreticilikten, Türkiye’nin Çini gibi refleks göstermekten çıkıp da marka vizyonuyla düşündüğümüz gün sanayilerimizde bir kıpırdanma da yaşanır umarım.

Sanayi şehrini de geçtik gelelim Mevlana ve huzur şehri algımıza. Şeb-i Aruz törenleri yaklaşıyor. Ahmet Özhan konseri ve Sema gösterisinden başka bir etkinlik planı olacağı beklentisi olan var mı? Benim yok. Yine törenler için gelecek misafirler otellere yerleştirilecek, Mevlana Kültür Merkezi ile oteller arasında servisler çalışacak ve her sene kendini tekrar eden etkinlikler yerine getirilecek. Peki neden insanlar seneye tekrar bu etkinliğe gelmeli bu sorunun cevabını hiç aradık mı? Aramış olsaydık yıllardır bu etkinlikler her geçen sene daha fazla güncellemeyle adını duyururdu. Bu arada İstanbul’un da Şeb-i Aruz’u alma çabasını görmezden gelmeyelim. Alamazlar diyenlere mesaj; yakındır.

İşin özü ben o şehriyim bu şehriyim demek yeterli değil. Ne şehri olacağına karar verip, nasıl algılanmak istiyorum sorusunu cevaplayıp pazarlama bileşenlerinizi masaya yatırarak planlamanız gerekli. Aksi takdirde insanların zihinlerini karmakarışık etmeye şimdi olduğu gibi devam edersiniz.