AK PARTİ KURUMSALLAŞIYOR, MUHAFAZAKÂRLAŞIYOR

Prof. Dr. Önder Kutlu

Ak Parti kendisini muhafazakâr demokrat bir siyasi organizasyon olarak tanımlıyor. Partinin kendini tanıma ve tanıtma biçiminin siyaset bilimi literatüründe ve siyasi yelpazede bir takım yansımaları olacaktır. Muhafazakâr olmanın gerekleri var. Bir siyasi parti olarak siz kendinizi nerede ve nasıl konumlandırırsanız başta işin teorik boyutu üzerinde çalışan şahıslar olmak üzere tüm ilgililer sizi o düzlemde değerlendirirler.

Bir siyasi ideoloji olarak muhafazakâr düşünce 19. YY’da Avrupa’da ortaya çıktı. Batıda 18. YY’da görülen siyasi ve toplumsal gelişmeler, özellikle de Fransız Devrimi ile başlayan yeni dönemde insan aklının aşırı derecede ön plana çıkarılması ve bireysel tercihlerin kutsallaştırılması fikrine muhalefet eden kesimler alternatif ve eleştirel bir yaklaşım olarak muhafazakâr düşünceyi gündeme getirdiler.

Muhafazakârlık başta akıl, rasyonalite ve aydınlanma fikirleri olmak üzere yeni dönemin getirdiği tüm değerleri eleştirerek kendini tanımladı. İnsanı temel almakla birlikte, bireyci ve rasyonel insan modeline karşı çıkar. Gelenekler, teamüller, adetler ve alışılagelmiş uygulamaların siyasi ve sosyal düzeni doğrudan bir biçimde etkilediği gerçeğinden hareketle sadece aklı değil, nakli ve geleneği de dikkate almak gerektiğini savunur.

Son günlerde kamuoyunun gözü önünde Ak Partili siyasetçilerin yaptıkları tartışmaları izlerken bu temel bilgi ve değerlendirmeleri tekrar hatırladım. Muhafazakârlar temel insani ve dini değerleri merkez olarak alırlar. Değişime temelde karşı çıkmamakla birlikte, sürecine ve hızına itiraz ederler. Hızlı altüst oluşlara, bir anda ortaya çıkan radikal değişikliklere karşı dururlar.

Gene muhafazakâr siyasetçiler kendi içişleri ve çalışma prensipleriyle ilgili tartışmaları herkesin gözü önünde yapmazlar. Tartışmalar kapalı kapılar ardında yürütülür. Oralarda kavgalarını verir, tartışmalarını yapar, gerekirse dövüşürler ama toplumun önüne çıktıklarında birlik ve beraberlik mesajı vermekten geri durmazlar.

Kararlar istişareyle ve tüm toplumu kuşatacak şekilde verilir. Bireycilik ve menfaat odaklılık söz konusu bile olamaz. Toplum bireyin önündedir. Toplumun kendini doğrudan ilgilendirmeyen ve bir partinin iç işleyişi ile ilgili bir konuda bilgi sahibi olmalarına, ‘çözümünü üretmeyecekleri’ sorunlarla ‘kafalarını karıştırmalarına’ gerek yoktur. Bu ‘eşlerin’ çocukları önünde kavga etmemeleri gibi bir şeydir.

Ak Parti’nin yanında MHP de kendini muhafazakâr bir parti olarak tanımlıyor. Onlar da değişim, karar verme kaynakları ve etkili aktörler bakımlarından tam bir muhafazakâr ideoloji taraftarlarıdır. Onlar da kavgayı, kapalı kapılar ardında yaparlar. Kamuoyunun karşısında yapılacak tek şey birlik, beraberlik mesajının verilmesidir.

Bu bazen eleştirilir. MHP’nin mensuplarına söz hakkı tanımadığı, tüm kararların reisler tarafından verildiği, reis hiyerarşisinin en tepesinde konumlandırılan ‘başbuğ’un nihai sözü söylediğinden bahisle karar verme sürecinin yanlış işlediğini iddia ederler. Bu, sistemin mantığını bilmeyenlerin düştüğü bir yanılsamadır.

MHP’de içeride tartışır, eleştirir, belki kavga eder ama dışarıya birlik ve beraberlik mesajları verir. Muhafazakâr düşünce bunu gerektirir. İlgili olmayanların bilmesine gerek olmayan konular kamuoyuna duyurulmaz. Kendileri tartışırlar ama kendilerini başkalarına tartıştırmazlar.

Ama sosyal demokratlar öyle değil. Onlar tartışma, kavga ve çekişmelerini herkesin gözü önünde yürütürler. Herkes her şeyi görür. Parti yetkilileri bunda bir beis görmezler. Kavga ve çekişme çok rutin bir şeydir.

Hatta sosyalist rejimlerde ‘özeleştiri’ kültürü siyasi ideolojinin bir parçasıdır. Dışarıdan eleştiri gelmezse, kendi kendilerini eleştirirler. ‘Olmazsa olmaz’ yani. Eleştiri ‘aslan sosyal demokratlarda’ kurumsallaşmıştır. Kavga ve dövüş sıradan bir durum haline gelmiştir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi sosyal demokrat bir parti haline getirmeye çalıştığını hepimiz biliyoruz. Başarılı olup, olamayacağını zaman gösterecek. Zira tam anlamıyla bir sosyal demokrat parti olduğunu söylemek mümkün değil. Zira eleştirilere çözüm getirebildiklerini henüz göremiyoruz. İçeriden – dışarıdan herkes eleştiriyor, ama eleştiriler dikkate alınmıyor. ‘Kellim, kellim ya yenfağ’.

MHP - CHP farklı kulvarlarda örgütlenen ve siyaset yapan iki parti. Bu nedenle aradaki ‘koalisyon’ başarılı olamıyor. Arada ‘kan uyuşmazlığı’ var.

Son tartışmalara kadar Ak Parti kendini koruma saikıyla hareket etmiyordu. Bu çekişme ve akabinde Başbakan Davutoğlu tarafından yapılan müdahale ve parti elitlerinin birlik, beraber vurgusu yoğun mesajları Ak Parti’nin bu krizi muhafazakâr parti refleksleriyle atlatabileceğinin göstergeleri olarak değerlendirilebilir.

Arınç ve Gökçek hakkında başlatılacak disiplin soruşturması, partinin bu iki ağır topunun ya çok ciddi şekilde ‘uyarılmasıyla’ ya da partiden belli bir süreyle ‘uzaklaştırılma’ cezasıyla neticelenecek. Bu aynı zamanda geniş kitlelere verilecek bir mesaj olarak da tarihteki yerini alacak. ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit’ mesajı verilecek.

Böylece, uzunca süredir kaşınan Başbakan – Cumhurbaşkanı ikilemi çözülmüş olmakla kalmayacak, Ak Parti Erdoğan ve Davutoğlu’nun şahsi gayretlerinin ötesinde kurumsal tepkilerle sorunlarını çözebilen, ‘kendi yarasını sarabilen’ bir parti görüntüsü ortaya koyabilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan uzunca süredir partiyi tam da bu noktaya getirmeye çalışıyor, kurumsallaştırabilmek için çabalıyordu. Arınç – Gökçek krizi bu fırsatı ona ve başbakana tanıyor. Partinin en tepesinde bulunan şahıslar da ‘terbiye’ edilebilir. Önemli olan parti içine ve dışına verilecek mesajlar. Herkes ‘hassasiyetleri’ kavrayacak. ‘Kedi bacağı ayırma’ etkisi yapacak. Üç Dönem Kuralında ısrar bunun bir sonucu. Kimse ‘vazgeçilemez’ değil.

Ak Parti içindeki son ‘kavga’ bize bunları hatırlattı. Sonuçta hayırlı neticeler alınmasının da yollarını açıyor.

Başbakana partisine hâkim olma imkânı sağlayacak bir kriz.

Olayı ben böyle değerlendiriyorum.