Hafta boyunca değindiğim konulardan belki de en önemlisine bugün parantez açacağım.
Eleştirilerimi haklı bulup benimle aynı fikirde olduğunu bizzat arayarak ve mesaj atarak belirten çok sayıda büyüğüme ve küçüğüme öncelikle teşekkür ediyorum. Meğer ne kadar çok kişi benimle aynı şeyleri düşünüyormuş. Demek ki bunların çok uzun zaman önce konuşulması gerekiyormuş…
Niyetimin bağcıyı dövmek olmadığını, bağın daha iyi üzüm vermesi için bir çaba sergilediğimi üstüne basa basa tekrar belirtmek istiyorum.
Bunu belirtmek zorunda hissettiğim için de üzülüyorum.
Dakika bir gol bir. İlk konu bu mesela. Belki de AK Parti’ye ilk kaybettiren şey eleştiriye kapalı olmaktı, bilemiyorum.
Allah var, bazı eleştirilerim ağır olmuş olabilir, hatta bazı eleştirilerimde insanları kırmış, kızdırmış da olabilirim. Ama ne AK Parti teşkilatlarından ne de AK Partili siyasilerden bugüne kadar b yönde olumsuz bir tepki almadım. Hatta benimle aynı fikirde olduğunu belirtenler de oldu. Hepsine teşekkür ediyorum.
Fakat durumdan vazife çıkaranlar da yok değil…
Bunları birilerinin söylemesi gerektiğini bir kez daha hatırlatarak konumuza dönüyorum.
Dünkü yazımda kibir abideleri ve iş bilmezlerle ilgili daha geniş bir yazı yazacağımı belirtmiştim.
Çünkü insanlar her şeyi bir kenara bırakıyor ama kibirli siyaseti asla affetmiyor. Bunu her defasında dile getiriyorlar. Bu durum AK Parti’ye oy vermemek veyahut kızgınlıktan öte, bir kopuşa sebep oluyor. Bu kopuş daha sonra nefrete dönüşüyor. Ve geri dönülemez bir yolun açılması da kaçınılmaz oluyor.
AK Parti aslında 3 Kasım 2002’de aynı sebeple iktidara gelmişti. Türk halkının siyasete olan güveni bitmiş, umutsuzluk tavan yapmıştı. Halktan kopan jakoben siyasetçiler, millete tepeden bakan bürokratlar milleti canından bezdirmişti. Türkiye’nin konforu dar bir çevreye sıkışmış, ülkenin geri kalanı ise canı burnunda bir şekilde çok geniş bir çepere yayılmıştı.
Tam da bu süreçte yeni bir söz söyleyerek yola çıkan AK Parti kadroları millete umut olmuştu. Kimsesizlerin kimi, sessiz yığınların sesi olacağız diyerek yola çıkan AK Parti hakikaten de öyle olmuştu. Bu samimiyet ve gayret milletten tam not almış daha sonra girilen tüm seçimlerde ezici bir AK Parti üstünlüğü ortaya çıkmıştı.
Milleti bu denli ayağa kaldıran şey; halkını adam yerine koyan, onun bütün sıkıntılarında yanında olan, Türkiye’nin konforunu dar bir çevreden çıkararak daha geniş bir çevreye yayan, siyasete yön verirken halkın sözüne her zaman itibar eden bir anlayıştı. İşte bu anlayış milletin özgüvenini yükseltmişti.
Ama bu böyle sürmedi. AK Parti geldiğimiz süreçte bu üstün siyasetinin ana sebeplerini kaybetmeye başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi halkın bağrından çıkan güçlü ve samimi bir liderin kadroları, samimiyetsizlik kuyusuna düşmeye başladı. Her geçen gün dar bir çevreye sıkışırken, o dar çevrenin etrafına örülen zırhı hiç kimsenin aşmasına izin vermemeye başladı.
Nasıl mı?
Siyasete ister ulusal anlamda ister yerel anlamda bakalım, hep aynı isimler, hep aynı yüzler, hep aynı çevreler dönüp dolaşıp iyi yerlere gelmeye başladı. Bürokrasiyi konuşmuyorum bile!
Değişime izin verilmemeye başladı. Yeni isimlerin, yeni yıldızların çıkmasına fırsat verilmedi. O çemberin içinde hep aynı isimler dönüp durdu. O zırhı kimsenin aşmasına izin verilmedi. En sıkıntı vereni de ben yaptım oldu anlayışı yerleşti.
Daha açık konuşalım o zaman.
Yahu Konya’daki bir belediyenin meclis üyesi listesine AK Parti Genel Merkez neden ekleme yapar? Hem de Konya’da sevilip sevilmediğini bilmeden…
Bakın belediye başkanı adayını falan bir kenara bırakıyorum, meclis üyesi adayından bahsediyorum!
Yahu peki ilçelerde belediye başkanı adayları belirlenirken kıstas nedir? İlla o bölge milletvekilinin referansıyla mı yürüyecek bu işler, illa onun işaret ettiği isim mi aday gösterilecek? AK Parti’nin teşkilatları, aday belirlerken görüş alacağı eşraf, esnaf, kanaat önderleri yok mu?
Anladığım kadarıyla yok!
Çünkü özellikle son 5-6 yıldır hem yerelde hem genel merkezde aday belirlenirken adamcılık yarışı başladı. Milletvekilleri kendi adamlarının seçilmesini istiyor, güçlü bürokratlar kendi adamlarının seçilmesini istiyor, iş dünyası kendi adamlarının seçilmesini istiyor, en sona da teşkilatları ekleyelim bari.
Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama öyle teşkilatların bir ağırlığı falan olmuyor. Teşkilatlar görüş belirtiyor, olursa oluyor, olmazsa olmuyor.
Bu sebeple Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti Genel Başkanlığı’nın teşkilatları çok acilen eski güçlü günlerine kavuşturması gerekiyor. Milletvekillerine, bürokratlara, bu işlere burnun sokan iş dünyasına da bir hiza vermesi gerekiyor.
Son tabloda gördük işte, bu durum AK Parti’ye zarar veriyor. Ben yukarıda saydığım sebeplerle hem Konya’da hem de diğer şehirlerde pek çok ilçenin kaybedildiğini biliyorum, çok yakından şahit oldum neler yaşandığına.
Bütün veriler yanlış ismin aday gösterildiğine işaret ederken neden inat edilir ki?
Hedef göstermiş olmamak için isim vermeden söyleyeceğim; vatandaşın bir kere bile yüzünü görmediği, hatta ismini hiç duymadığı, telefonuna bakmayan, vatandaşla görüşmeyen, seçimden seçime şehrine-ilçesine uğrayan, hatta seçim sürecinde bile şehrine-ilçesine uğramayan isimler var. Bu isimler bile aday gösteriliyor. Özellikleri, ayrıcalıkları nedir ben de bilmiyorum…
AK Parti’nin yapması gereken o kadar çok şey var ki!
Aşağıda vurgulayacağım sıkıntılar çok ağır ithamlar barındırıyor. Şimdiden söyleyeyim, herkes üstüne alınmasın, bazılarını tenzih ediyorum. Ama kendisinde veya etrafında bu dediklerimi görenler en azından kendini bir sorgulayıp bunu düzeltmek için çabalayabilir.
Mesela türbanlı feministlerin AK Parti siyasetinde bu kadar ağırlığa sahip olması Anadolu’daki pek çok insanı uzaklaştırdı.
Sekülerlere yanaşmaya çalışmak için diğer insanların kalbini kıran tavırlar nefret kazandırmaktan öteye gitmedi. Parmak sallayan takım elbiseli ablalar büyük antipati oluşturdu!
Mesela milyonluk arabasıyla teşkilatın önüne yanaşan babet çoraplı, dar paça kısa pantolonlu zengin çocuklarının gençlik kollarını ele geçirmesi gençleri AK Parti’den uzaklaştırdı.
Bu gençler fotoğraf karelerinde poz vermekten öteye gidemiyor!
Oysa eskiden her kesimden insan teşkilatlarda yer alırdı. Seçim süreçlerinde bayrakları ajanslar değil gençler asardı. Bu artık pek mümkün görünmüyor.
Mesela kapı kapı dolaşıp vatandaşın derdini dinleyen, dertlere çözüm üreten kadın kolları artık eski gücünde değil. Kimisi şişme yeleğiyle kimisi milyonluk jeepiyle kimisi hermes çantasıyla tam bir kokoş edasına büründü.
Kimsenin giyimi kuşamıyla bir derdimiz yok, yanlış anlaşılmasın. Ben “lale devri” havasından bahsetmek istiyorum sadece.
Yoksa 11 milyondan fazla üyesi olan, 22 yıldır iktidar olan bir siyasi gelenekte elbette her kesimden insan olur. Bu kucaklayıcılık, çok seslilik ve her kesime hitap etme özelliği elbette çok iyi bir şeydir.
Benim yaptığım şey durum tahlili, ötekileştirmek ya da ayrıştırmak değil.
Mesela vatandaşın istemediğini, sevmediğini bile bile, üstüne medyanın bile bunu dile getirmesine rağmen dönüp dolaşıp aynı bürokratları vatandaşla muhatap etmenin manası nedir?
AK Parti’ye en büyük zarar bence bazı bürokratlar veriyor. Hele bazıları var ki ne makama doydular ne de paraya.
O bürokratların yaptığı hataların faturasını vatandaş doğrudan AK Parti’ye kesiyor. Ama gel gör ki bürokrata hiçbir şey olmuyor, olan yine siyaset kurumuna oluyor.
AK Parti, beceriksiz bürokratlar yüzünden oy kaybetmek zorunda mı? Adam maaşını alıyor, keyfi tıkırında, siyaset de umurunda değil aslında. Sadece çıkarına bakıyor.
AK Parti’nin ne yapıp edip acilen bu kafalardan kurtulması gerekiyor.
Yukarıda saydığım meselalara daha çok halka ekleyebilirim ama bu konuda da artık kısa keseyim. AK Parti üst yönetimi bu dediklerimi bu süreçte tahlil edecektir diye olaya iyi tarafından bakayım.
Hülasa dert çok, teşhiş çok, çare bunlardan ders almakta. Yoksa her iş bittikten sonra bizim yaptığımız gibi konuşmak çok kolay. Önemli olan bundan sonrası.
Bakıp göreceğiz…
Yarın da biraz yerel siyasetten bahsederim diye umuyor, hayırlı Ramazanlar diliyorum.