Aile, insanoğlunun içinde doğduğu, yetiştiği ve ilk eğitimini aldığı en küçük sosyal bir topluluktur. İnsanın yeryüzüne ayak basmasıyla birlikte aile kurumu da oluşmuştur. Allah insanı kadın ve erkek olarak çift yaratmıştır. Kadın ve erkek birbirine eşit ama birbirinden farklıdır. Birbirlerine sevgi ile yaklaşsınlar ve birbirlerinden huzur bulsunlar diye onları birbirine çekici hale getirmiştir. Neslin devamı bu çekiciliğe ve birlikteliğe bağlıdır. İşte bu birliktelik aileyi oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de ilk insanın yaratılışı ile ilgili geçen ayetlerde şöyle buyrulur:
“Hepinizi bir özden (Âdem’den) yaratan ve erkek için can yoldaşı edinsin diye kendi özünden eşini (Havva’yı) yaratan Odur.” (Araf, 189).
“Ey insanlar! Sizi bir özden yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 1). Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla Hz. Âdem ve Hz. Havva, “tek bir özden” yaratılmışlardır. Aynı özden yaratılan kadının, erkeğin yanı başında bulunmasının hikmeti, iyi bir eş ve eşini sükûnete eriştirmesi, aynı şekilde benzer özden yaratılan erkeğin de, eşinin yanı başında bulunmasının hikmeti, kadını huzur ve sükûnete kavuşturmasıdır.
Kur’an-ı Kerim, insanlık tarihinin birey olarak değil, Hz. Âdem ve Hz. Havva ile ilk defa bir aile olarak başladığını gösteriyor. Yeryüzünde yaşayan insanların ilk atası olan Hz. Âdem bir eşe sahip olmuş ve bu ilk karı-kocanın çocuklarıyla beraber bir aile yuvası kurulmuştur. (Bkz. Maide, 27; A’raf, 23; Taha, 117-119.). Dolayısıyla dünya hayatı, Hz. Âdem ve eşiyle birlikte başlamış ve bu hayat onlardan türeyen çocuklarla kıyamet gününe kadar devam edip gidecektir. Zira Âdem olmadan Havva olmaz; Havva olmadan da Âdem olmaz. Her bir eş, birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibidir.
Aile, insanlığın sonradan tanıştığı bir kurum değildir. Bakara Suresi’nin 35. ve A’raf Suresi’nin 19. âyetlerinde; Hz.Âdem, eş, mesken ve cennet kavramlarının birbiri ardınca kullanılması “bir değer olan aile” için son derece önemli bir anlatım biçimidir: “De ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Bu âyette de anlatıldığı gibi Hz. Âdem’in eşiyle ikamet edeceği mekânın adı, “mesken” olarak ifade edilir. Mesken, içinde sükûn ve huzur bulunan ev anlamına gelir. Bu bağlamda dünya meskenleri, cennetteki haz ve huzur veren köşklerle (Tevbe 72) ilişkilendirilmiştir. Bunun anlamı, bir Müslüman ailenin evi, salt mimari anlamda değil, manevi ve ahlaki anlamda da bir mesken olarak huzur bulunan bir dünya cennetine dönüştürülmelidir. Yine aynı âyetlerde anlatılan Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın şahsındaki uyarılarda “ağaç metaforu”yla haramlar dile getirilir. (Bkz. Bakara, 35; A’raf, 19). “Bu ağaca yaklaşmayın” çağrısı, “Allah’ın çizdiği sınırları ihlal etmeyin” anlamınadır. Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla Hz. Âdem’in yasağı çiğnemesinin teşvikçisi Hz. Havva değil, doğrudan şeytandır : “Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları, içinde bulundukları konumdan çıkardı.” (Bakara, 36).
Öyleyse aile, insanın içinde huzur bulacağı bir yuvadır. Aile fertlerinin ortak yaşama mekânı ve huzur yuvası olan mesken, aile fertleri ile birlikte paylaşılırsa bir anlam ifade eder. Yapılması gereken, ins ve cin şeytanların aileyi ifsat etmesine fırsat vermemektir.