Günümüz dünyasında tüm ekonomilerin reel ve finansal piyasaları, yarım yüzyıla yakın zamandan beri birbirlerini etkilemeye devam ediyor. Küreselleşme süreci denilen söz konusu olgunun, bundan sonrada ekonomileri verimli üretim yapmaya ve mali araçların olması gereken değerlerden alım satımının yapılmasını zorlama gücünün daha da artacağı, herkes tarafından görülmektedir. Ülkeler hem kendi iç ekonomik hem de cari denge durumlarını olumluya çevirmek istiyorlarsa, bu genel doğruyu en başta kabul ederek, ekonomik faaliyetlerini daha dikkatli dizayn etmek zorundadır, çünkü her ülke hatta aynı sektörde faaliyet gösteren dünyanın her hangi bir yerindeki bir firma, dünyanın diğer herhangi yerindeki başka bir firma ile rekabet etmekten kaçınma olasılığı bulunmamaktadır. Firmalar sektörleri, sektörlerin birleşimi ülke ekonomilerini meydana getirdiğine göre, oluşan bu ekonomi savaşında öncelikle iktisadi, siyasi, sosyal tüm faktörleri seferber edebilen ülkeler, küresel ve bölgesel ekonomilerin lokomotifi olacaklardır. Aksine, kısa vadeli ve yerel pazarları kendilerine hedef olarak belirleyen, geleneksel üretim yöntemlerini terk etmekte geç kalan gelişmekte olan ülkelerle, üretim dinamiğini inovasyonla bütünleştiremeyen gelişmiş ülkeleri zor bir gelecek beklemektedir.
Dünya ticaret pastasında önemli bir hacim kaplayan ABD, AB hatta EURO Alanı, Japonya, Çin gibi ülke ekonomilerinin reel ve finans sektörü verilerini, tüm dünya daha bir dikkatle izlemektedir. Yukarıda belirtilen ülkelerin üretim ve mali sektörlerindeki sonuçların küresel ekonomiyi etkileme güçleri, GSYİH ve dış ticaret hacimlerinin büyüklükleriyle doğru orantılıdır. Böyle olduğu için haftalar öncesinden FED toplantısı öncesi, sırası ve sonrasında ortaya çıkabilecek durumlarla ilgili yorumlar alıp başını gitmektedir. Almanya iş dünyasının ekonomiye duyduğu güvenini ölçen ZEW endeksinin son 17 ayın en düşük seviyeye inmesi ve 2015 yılının son çeyreğinde %0,3 büyümesinin, Japonya’nın haftalarca tersini söyleyip negatif faiz uygulamasına geçmesinin altında yatan faktörlerin sonuçlarının neler olabileceğinin, aynı şekilde Çin’in bir haftalık tatilden sonra parasını devalüe edip etmeyeceğinin küresel ekonomiye etkilemesine dair yüzlerce değerlendirmelerin yapılmasının tek nedeni, ülkelerin olumsuz bir durumla karşılaştıklarında kaçamayacaklarını bildiklerinden, hiç olmazsa ekonomik açıdan minimum zararla kurtulmak istemeleridir. Dünya yerel ve görsel basın organları biraz dikkatle mercek altına alındığında kendinden en çok söz ettiren kişilerin, ülkelerin ekonomi alanındaki yetkililer olduğu görülür. FED Başkanı Janet Yellen’ın Başkan Obama’dan, ECB Başkanı Mario Draghi’nin şansölye Angela Dorothea Merkel’den daha fazla dünya gündeminde kendinden bahsettirmesi tesadüf değildir. Hiçbir kamuoyu üzerinde İsviçre, İspanya, Yunanistan, Türkiye Merkez Bankası Başkanları’nın alacağı kararların ne olacağı, ekonomileri ne yönde ve boyutta etkileyebileceği üzerine ciddi anlamda gündem oluşturulmamaktadır. Bundan dolayı ABD, Almanya, Japonya, Çin gibi birkaç ülke dışındaki tüm ülkeler, kendi ekonomileriyle ilgili ev ödevlerini öncelikle yerine getirip derslerini çok iyi yapmalı, yapısal hatalara düşmemelidir. Çünkü dünya ölçeğinde ortaya çıkan reel ve finansal ekonomik gelişmeler karşısında etkileyen değil, etkilenen durumdadırlar. Örneğin en iyimser rakamla dünya ticaret hacminde ancak %1’lik paya sahip olan ülkemiz ile %23 paya sahip durumdaki ABD’nin küresel ekonomiyi etkileme ve etkilenme gücünü karşılaştırmak bile, neredeyse hiçbir anlam ifade etmemektedir. Birde gelişmekte olan ekonomilerin yapısal sorunlarına ilave olarak, enerji maliyetlerinin son bir yılda ortalama %60 düşmesine rağmen bir türlü kapatamadığımız cari açık, para sisteminin başındaki yetkili tarafından yıllardır hedeflenmesine rağmen tutturamadığımız %5’lik enflasyon, %10.5 düzeyindeki işsizlik, GSYİH’mızın %1 civarındaki AR-GE harcamalarının AB ortalamasının çok uzağında kalması, inovasyon temeline dayanan tüm eğitim müfredatımızı uygulamaya koymamız bir yana hazırlamakta bile konuşmaktan ileri geçemememiz, ihracatımızı ithalata bağımlı olma esaretinden kurtaramamamız gibi olumsuzluklar üzerine, uluslararası kaynaklı jeopolitik risklere dayandırılan terör eylemleriyle ülkemizin terbiye edilmeye çalışılması, ülkemizin negatif olarak diğerlerinden ayrışmasına yol açmaktadır. Ülkemizin küresel ekonomik ve siyasi rüzgarlara karşı açık pozisyonda hazırlıksız yakalanmasının planlanıp sahneye konulduğu şu günlerde, millet olarak kimin ne olduğunu tanımak gibi fırsata erişmemize rağmen, öncelikle tek yürek olup ekonomik açıdan güçlenecek kısa, orta ve uzun dönemde sonuç verecek atılımları önemine göre sıralayıp uygulamaya koymamız şarttır, ahtapotun kollarından kurtulmak için başka çaremizde yoktur.
Soru: Her Konvertibl Para, Rezerv Para mıdır? Neden?...
Sözün Gözü: Yalan söyleyen yalan olur.