Ağlarım

Osman Uzunkaya

Gönlüm şimdiye kadar böyle bir hazan mevsimi yaşamadı hiç. Ne gökyüzü eski renginde ne de yeryüzü. Bulutlar bölük pörçük, yeryüzüne döküldü dökülecek. Delice yağan yağmurun durup dinlenmeye hiç mi hiç niyeti yok! Ya hoyratça esen rüzgâra ne demeli. Yapraklarına veda etmiş ağaç dalları şöyle dursun, ne güllere, ne kasımpatılara, ne de hercai menekşelerine acıması var! Korkarım bir müddet sonra onları da gövdelerinden koparıp savuracak bir yerlere.

Öyle bir hazan mevsimi yaşıyorum ki bir yanım yangın yerine, diğer yanım buzullar ülkesine döndü. Ruhum cenderenin kıskacına yakalanmış, tıpkı bir ceylan yavrusu gibi çırpınır durur umarsızca. İç sesimin bir çıkış yolu bulmalısın deyişini dillendirmem uzun sürmedi. Daha sonra dilime pelesenk olan bu söz, gönül cidarımı sızlatsa da, bir taraftan dimağımı cevap aramaya yöneltti. Her sorunun bir cevabı olsa gerek. Arayan bulur ve “Bulanlar arayanlardır.” Elbette. Fazla vakit kaybetmeden bir yol bulmam gerek dedim usulca. Kurtulmalıyım, gitmeliyim buralardan. O’na yakarmalıyım içten samimi ve ihlasla. Biliyorum; uçsuz bucaksız derelerden geçip yalçın tepeleri aştım mı bu mevsimi geride kalacak. Bunun için sabır gerek bir de teslimiyet.

Bu yolu göze almak kolay bir tercih değildi. Ama ne yapabilirdim? O’na inanıp sığındıktan sonra gerisi kolay değil miydi? İçimde beliren ümit kırıntısı yayan yapıldak çıktığım yolda dayanağım oldu benim. Rüzgâra, yağmura ve başını gökyüzüne uzatmış yüce dağlara ilk kez direniyordum. Derelere, tepelere, uçsuz bucaksız vadilere ‘eyvallah’ etmeyecek bıkmadan, usanmadan yürüyüşüme devam edecektim. Yalnız değildim. Yanımda O vardı. O’nu andıkça içimi kaplayan ferahlık daha da arttı. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken ağzımdan dökülen heceler kelimeye, kelimeler dizeye dönüştü: Henüz hikâyenin orta yerinde/ Ansızın kırıldı kanatlarım/ Kayboldum vadinin derinliğinde/ Bağırır çağırır durmaz ağlarım/ Beni bir duyan olur elbette/ Kulağım seste ruhum nöbette/ Zalim bir avcıya denk gelirsem de/ Kaderim buymuş deyip ağlarım/ İçim paramparça kanım akacak/ Bilmem benim için kim ne yapacak/ Benim kıyametim şimdi kopacak/ Çaresizim ah çekerek ağlarım/ Ey vadi soruma cevap ver benim/ Rüzgârdan kavruldu yandı bedenim/ Sürerdim yarama olsa merhemim/ Alın yazım buymuş deyip ağlarım.

Arada bir ümitsizliğe kapılsam da, korku dağları önümde teker teker eğildi. Ne gece dedim, ne gündüz; ne yağmur dedim ne de kar. Ne dağ dedim, ne bayır. Ne vadi dedim, ne ova. Artık son düzlüğü kat etmeye başlamış, ılıkça esen meltemin yüzümü yaladığını duyumsamıştım. İçim kıpır, kıpır; gönlüm sevinç ve heyecan doluydu. Hazan mevsimi geride kalmıştı. Güneşin ışıltısı kat ettiğim düzlüğün hemen yanı başında belirmişti.

Sağlıcakla kalınız.