Demokrasi, her kafadan bir ses çıkmasına tahammül etmektir. Ağzı dili olan herkes konuşacak, canı isterse gösteri de yapacaktır; ama işte hepsi bu…
Birileri konuşmanın ve protesto gösterisi yapmanın ötesine geçip halkın huzurunu bozacak, onun bir kısmını başka birilerine ya da meşru anayasal kurumlara karşı şiddete teşvik edecek söylemlere başladığı veya eylemlere giriştiği zaman herkes şapkasını önüne koyup düşünecektir.
Gezi Parkı’nda bir süredir yaşanan olaylara şöyle bir bakın. Birkaç ağaç kesilmesin diye ayaklananlar, İstiklal Caddesi’nde esnafın iş yerlerini kırıp döküyor, yakıyor, talan ediyor. Ne kadar göz yaşartıcı bir insanî duyarlılık örneği değil mi?
Olayların merkezinde aşırı uçta veya yer altında yaşayan kimi yasa dışı örgütlerin olduğunu görmemek için ya bakar kör ya da ideolojik bir bağnazlık içinde debeleniyor olmak gerekir. Orada halktan insanlar yok mu? Var elbette; ama dolmuşa binip gelmişler…
Gerilimi ve şiddeti elden geldiğince tırmandırarak ülkede kanın gövdeyi götürmesi için olağanüstü ve profesyonel bir çaba harcanıyor. Kriz yönetimi ise, şu ana dek pek başarılı değil…
Öte yandan, bu şekilde kurumların devrilemeyeceği bellidir. Zaten seneye seçim var. Kaldı ki bu olaylarla meclisi yarın seçimlere gitmeye zorlamış olsalar bile, ertesi gün aynı meclis aritmetiğinin ortaya çıkacağından kimsenin kuşkusu da yok…
Dediğimiz gibi, yapılmak istenen şey anarşi çıkararak otorite boşluğu oluşturmak, devleti köşeye sıkıştırmak, çalışamaz hale getirmektir. Yani sadece kriz çıkarmaya yönelik dehşetli bir provakasyonla karşı karşıyayız.
İlgili anayasal kurumlar geri adım atmak istemiyor ve atmamalıdır. Çünkü geri adım atması halinde yaptıkları çılgınlığın işe yaradığını düşünecek olan malum örgütler olgunluk ve nezaket göstermeyecek, yarın öbür gün buldukları her fırsatta aynı taşkınlıkların daha beterini yapmak üzere naralar atarak sokaklara dökülmeye devam edecektir. İşin sonunda, geri çekilen kaybetmiş sayılacaktır. Şiddet kullanan örgütçüler geri çekilirse sorun yok demektir; ama devlet geri adım atarsa şiddetin alanı genişletilecek ve dozu artırılacaktır.
Bu arada, bütün bu olanları “Türk Baharı” diye adlandırıp kışkırtarak pompalamasyon yapan bazı batılı yayın organlarına “Arap Baharı”nın diktatörlükleri yıkmak için başlamış olan demokratik halk devrimi hareketleri olduğunu, ancak tıpkı kendi ülkelerinde olduğu gibi burada da bir diktatörün olmadığını hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Doğrusu merak ediyoruz: Bir insan iktidarların “gizli oylama-açık tasnif” kuralına uygun serbest demokratik seçimlerle belirlendiği bir ülkenin “sultanlık”, “hanedanlık” ya da “diktatörlük”le yönetildiğini söyleyip dururken seçim zamanı geldiğinde aynı sistemin kurallarına göre sandığa gidip oy verecek kadar saftirik olabilir mi?
İlgililere küçük bir not: Bu kardeşiniz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihine ve değerlerine yürekten bağlı olup yazar ve iletişimci sıfatlarıyla son derece açık kişilikli biridir. Öyle ki, bazı iletişim platformlarında GSM numarası bile mevcuttur. Şu ana dek, yasalara aykırı ve toplum huzurunu bozacak nitelikte herhangi bir söylem ve eylemine rastlanmamıştır. Gerisi, iyi niyetten yoksun ve maksatlı dedikodulardan ibarettir. İddia sahibi, iddialarını ispatlamaktan da sorumludur. Başka bir deyişle, hiçbir masum üzerine atılmış olan yalan ve iftiraların asılsız olduğunu kanıtlama zahmetiyle yükümlü değildir. Bu yüzden, bugüne dek bulunduğum veya çalıştığım hiçbir ortamda hakkımda öne sürülen asılsız beyanların aksini ispat etme ihtiyacı duymadım. Gerçi hiçbiri bunları yüzüme söyleme cesaretine sahip değildi. Ya arkamdan bir şeyler kurup ortaya atıyor ya da sanal duvarların ardında görünmez bir yere sinip konuşuyorlardı. Bense söylenenlere sadece gülmüş ve onları Allah’a arz etmişimdir. Korkak bir yalancı ve alçak bir iftiracı olmak için, kişinin her duyduğuna inanıp her yerde anlatması yeterlidir.