Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte Türk Dış Politikası çok boyutlu bir hal aldı. Yakın coğrafyamızdaki ülkelerle uzun bir süredir geliştirilmeye çalışılan iyi ilişkilerin yanı sıra şimdiye kadar hiç gidilmemiş ülkelerle de yeni ilişkiler kuruluyor. Güney Amerika’daki daha önceleri hiç gidilmemiş ülkelerden tutun da Afrika’da Batı’nın sadece sömürmek için gittiği, bizim ise yine hiç gitmediğimiz ülkelere kadar uzanan geniş bir coğrafya burası.
Türkiye’nin ve belki de dünyanın gittiği noktayı yansıtan bir olay bu ziyaretler. Küreselleşmeyle birlikte bireyin öneminin artması sebebiyle dünya düzeni yeniden kuruluyor veya kurulacaktır diyebilirim. Yani Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte tek süper güç halini alan ABD’nin en son Irak Savaşı’nda ve Arap Baharı sürecinde bu yükü kaldıramamasıyla birlikte artık iyice gün yüzüne çıkan bu eksiklik dünyada Türkiye gibi, Brezilya gibi, Güney Afrika gibi, Hindistan gibi ülkeleri yeni bir arayışa itti. Türkiye ya da bir başkası bu Çin bile olsa elbette ki birer dominant süper güç olamayacaklardır yakın ve orta vadede ancak bu ülkeler en azından kendi bölgelerinin liderliğini arayacaklardır. İşte Türkiye’nin Afrika açılımını da bu çerçevede okumak gerekir.
Yukarıdaki paragrafta bahsettiğim durumun çok daha çeşitli tezahürleri olacaktır. Türkiye’nin Ortadoğu açılımını ve Arap Baharı’na verdiği desteği bölgesel lider olma politikasıyla birlikte okuyabiliriz ancak Afrika açılımının bana göre bir başka gerekçesi daha var. Hatırlayacak olursanız Başbakan Erdoğan’ın en büyük itirazlarından birisidir BM’nin statüsü ve durumu. BM’nin işini yapamadığından şikâyet eder durur hep. Aslında bu sadece Tayyip Erdoğan’ın itirazı da değil. ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’den oluşan ve tüm kararları alıp dünyayı yöneten bu beş daimi üyenin dışındaki ülkelerin tamamının itirazıdır bu. Bu itiraz daha çok Tayyip Erdoğan tarafından da olsa dünyada pek çok lider tarafından dillendiriliyor. Afrika’daki ülkelerin de bu yönde ciddi itirazları var. Daha önce Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye olduğu dönemde Afrikalı ve Güney Amerikalı küçük ülkelerin oylarıyla seçildiği gerçeğini de hatırlayacak olursak bu ziyaretlerin ve kurulan iyi ilişkilerin bu sebeple olduğunu görebiliriz. Bu bahsettiğim olan yakın vadede belki gerçekleşmesi zor gibi gözükse de orta vadede bence kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü en son Suriye meselesinde bir kez daha görüldü ki BM karar alamıyor ve insanların suçsuz günahsız yere ölmesine mani olamıyor.
Türkiye’nin ve saydığım diğer ülkelerin en büyük eksikliğiydi bu. Proaktif bir politika geliştirememe. Süper güçlerin uyguladığı politikalara karşı; kimisi destekleyen, kimisi desteklemeyen ama neticede reaksiyonel bir dış politika hakimdi bu ülkelerde ve Türkiye’de. Artık bu anlayış değişmeye başlıyor. Batı’nın sömürmek için gittiği ve oryantalist öğretiyle birlikte kendinden daha aşağıda olduğuna inandırdığı doğulu -veya Afrika özelinde bakacak olursak Afrikalı- nasıl Ortadoğu’da bir ‘Uyanış’ hakim olmaya başladıysa dünya için de bir 3. Dünya uyanışının hakim olacağını düşünüyorum. Ayrıca ticari açıdan oldukça bakir bir Pazar olan Afrika toprakları ticarete son derece müsaittir. Bu ve benzeri donelerle desteklendiğinde Afrika’nın Türkiye için aslında gelecekteki dünya için ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Olası bir uluslararası sistem değişikliğinde Afrika’nın vereceği kararlar belki de belirleyici olacak. Evrensel bir değer olarak görülen demokrasi noktasında dünya gerçekten samimiyse bu olacaktır. Samimi değilse de şartlar buraya getirecektir.