Dağlım, dağ çiçeğim…
Film değil, düş değil, gerçekti. Adın gibi, varlığın gibi, ömrüme düşürdüğün gül kokusu gibi…
Yağmur yağıyordu, kıştı, soğuktu. Benden haberin yoktu, öyle biliyordum. Geceydi; gündüz kendimizden kaçıyor; gece hüzne, gece sakladığımıza, gece sevdiğimize yakalanıyorduk. Gizlilerde adını söylüyordum, gizlimdin. Adını söylemek kalbimi genişletiyordu. Sokağını, evini biliyordum. Sen bunları bilmiyordun.
Yağmur yağıyordu. Soğuktu. Kıştı. Özlemiştim. Sokaklar boştu. Soğuk bir Şubat gecesiydi. Sana, sokağına doğru yürümeye başlamıştım. Mutlu ve mahcuptum. Gençtim ve yürekliydim. Yürümeyi ve seni seviyordum. Bilmiyordun, olsundu.
Yağmur yağıyordu. Sırılsıklam olmuştum. Olsundu. Yağmurla aramız iyiydi. Yürüyor, cümleler topluyor, kendimce şiir kotarıyordum. Otobüs duraklarında mola veriyor, toparladığım cümleleri ajandama yazıyordum. Ne güzel bir geceydi, ne güzel ıslanmış, ne güzel bir şiir yazmıştım.
Saat üçtü. Yolu ancak yarılamıştım. Yine mola vermiş, loş ışığın altında yazmaya çalışıyordum. Yanımda duran polis otosunu fark etmemiştim. Seslenmişlerdi. Gülümsemeye başlamıştım. Suç aletim kalem ve ajandam elimdeydi! Ne yapıyor, nereye gidiyordum. Yarım yamalak anlatmış, şiirimi göstermek durumunda kalmıştım. Gece, yağmur ve sen güzeldin.
Sevginde, koruyucu bir merhamet, “hayatım” tabirinde ta yürekten, kalbinin derinliklerinden gelen, hakiki sevgiyi, sahici bağlılığı anlatan yumuşak bir ifade vardı. Düpedüz, bütün kelimelerin sarf edildiği bir iletişimi değil, farklılığın sessiz kabulünü yaşıyorduk. Sevgimiz, parmağımızın ucuyla dokunup geçtiğimiz bir hercailiği değil, sevdiğinden emin insanların olgun ve şuurlu kıvancını taşıyordu. Bazen, bilmediğimiz mesafelerin karanlığında yolumuzu kaybettiğimizde yine ve yeniden sevgimize tutunuyor, duayla, sabırla, fedakârlıkla yol alıyorduk. Suçumu bağışlayan bir tevekküldü gülüşün. Kanunları insanlar yapıyordu, kalplerimizi Allah!
Gözlerinde, şüphe etmediğim bir sevginin izlerini görüyor, seninle, seni severken zamanın ötesine geçme hissini yaşıyordum. Kalbin bana gurbetin olmadığı bir memleketti. Varlığın; güneşli bir sabah kar kokusu almak gibiydi. Hep bildik, hep yaşadık ve hissettik… Kelimelerin dile getirdiğinden fazlaydı söylediklerimiz ve sevgimiz.
Sabah ezanları okunuyordu evinizin karşısındaki parka vardığımda. Şiir bitmiş, ben yorulmamıştım. Mutlu ve mahcuptum. Gençtim ve yürekliydim. Sokaklar ve şehir karanlıkken, gönlümün bütün ışıkları yanıyordu. Tıpkı bir ateşi sönmesin diye bekler gibi seni bekliyor, sana doğru yürüyor, sana kokulardan, nergis kokusunu seçiyordum. Hatırlamıştım, bugün ilk cemre düşecekti. Senin bir adında cemre olmuştu. Adın çoktu, adını kendime saklıyor, adını duama koyuyordum.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır.