"5 akçe ile Müslüman olan 250 milyon nüfusa sahip devlet!"
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
-Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?” diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral: -İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.
MİLLETİMİZE YABANCI UZMANLAR BİZE ZARAR VERİYOR
Bir kardeşimiz, 15 yaşında çocuğunu bir uzmana danışmak üzere götürdüğünü, uzmanla önce kendisinin görüştüğünü ve görüşme esnasında çocuğunu ateist olduğu için getirdiğini, yanlış yolda olduğunu söylediğini, ancak uzmanın kendisine çocuğunun inancına karışamayacağını, onun tercihi olduğunu söylediğini anlattı. Peki sen ne yaptın dedim. “Hizmet almaktan vazgeçtim ve çocuğumu alıp çıktım” dedi.
Derdimi bir türlü anlatamıyorum. Anne ve baba çocuğunu ateşten korumaya çalışıyor ama onları anlayan yok maalesef. Eşcinsel çocuğu uzmana götürüyor durum yine aynı. Çocuğun tercihiymiş, anne bana karışamazmış. Allah’ın lanetlediği şeyi tercih olarak dayatmak nedir yani. Tutturmuşlar bilim diye. Bilime karşı değiliz ama fıtrata aykırı bilimselliğe karşıyız. Yok böyle bir şey. İnsanlığın yüz kafasıdır bunlar. Elbette çocuklarımızı ve insanlarımızı uyaracağız. Yanlışa karşı hukuk muvacehesinde mücadele etmeliyiz. Bana ne diyemeyiz. Bugün benim çocuğum, yarın senin çocuğun. Tüm çocuklar bizim. Tüm insanlar kardeş. Herkes kardeşini ateşten kurtarmak zorundadır. İnatla doğruları anlatmalıyız.
Hayvanlarda bile olmayan eşcinsellik normal gösterilmeye çalışılıyorsa, buna dur demek boynumuzun borcudur. Eşcinsel evlilikler serbest olacakmış. Allah tüm dünyayı bu tür eğilimlerden ve tercihlerden korusun. Amin.