Saygıdeğer Kardeşlerim,
Öyle bir hayat telaşesi sarmış insanları hem de öyle bir telaş ki sanki dersiniz dünyaya kazık çakmış ve hiç ölmeyecek gibi yaşıyor insanlar! Allâh’ın(cc) üzerimizdeki sonsuz nimetleri varken ve bunların tekinin bile hesabını veremeyecek bir kulluğa sahipken birbirimizin hakkını yemek de adeta yarışır hale gelmişiz! Burası çok önemli helalin hesabını bile veremeyecek kulluğumuz varken kul hakkı ile Allâh’ın(cc) huzuruna vardığımızda hâlimiz nice olur? Hem de ne uğruna? Dünyalık uğruna!!! Üstelik Cenab-ı Allâh, bu maddi hayat için bize kefil olmuşken biz dünya için dünyalık için kendimize ebediyen zulmetmeye ahdetmişiz gibi yaşıyoruz.
İnsanlar zevklerini öyle putlaştırmışlar ki: Kimi paraya tapıyor, kimi kadına, kimi makama! (Furkan Sûresi/43.Âyet) Bunları onlara Veren’i hatırlayıp şükreden kaldı mı, diye kendi kendime soruyorum zaman zaman! İnsanların nefsi, efendisi olmuş; insanoğlu da nefsinin kölesi olmuş maalesef!
Bu hırs, böylesi insanların gözlerini o denli kör etmiş ki insanlık namına Allâh’ın(cc) verdiği güzel ahlaktan uzaklaşmış; hâl ve hareketleri İslam’a uygun olmayan bir şekle bürünmüş. Başarı adı altında Müslüman’ın Müslüman kardeşini yine bir başka Müslüman’a gıybetinden mi bahsedelim, başarıya ulaşmak adına yaptığı gayri İslâmî hareketlerinden mi bahsedelim? Ya da sayamayacağımız kadar çok ve kötü niyetli insanların hepimizin hayatında oynadığı şeytani oyunlardan mı konuşalım? Gerçekten bilemedim!
“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirilerinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini (casus gibi) araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. ” (Hucurat Sûresi/12.Âyet)
Gelin biz kötü konuşanların aksine güzel konuşmanın güzel şeyler yazmanın (Allâh’ın(cc) rızasına uygun şekilde) bizi nasıl başarıya götüreceğini ele alalım. Çünkü güzel konuşma ve yazma kabiliyeti evvela güzel düşünme ve vicdani bir muhakemenin temelinde yükselir.
“Yalan sözden kaçının.” (Hac Sûresi/30.Âyet) “Doğru söz söyleyin.” (Azhab Sûresi/70.Âyet)
Birçok insan, bu melekesini gelişigüzel kullanır veyahut hiç kullanamaz. Melekesini kullanmayı bilmeyenlere: “Onun düşünceleri on para etmez!” deriz. Bunda değersiz olan, mantıklı bir sıra takip etmeyen, doğruluktan mahrum düşünceler kastedilir. Bazen düşünmek kelimesi ile sadece bir şeyi tahayyül ederiz ama asıl kastım başarının şartı olarak gördüğüm düşünce, teemmüllü düşüncedir.
Fikirlerimizin basit bir biçimde sıralanmasından ziyade onları birleştirerek birbirini takip eden bir yapıya büründürmeliyiz. Ayrıca bunun büyük bir kabiliyet olduğunu ve bu kabiliyetin bütün tahsilimiz boyunca mantık ve matematik ilimleri ile düzenlenerek geliştirildiğini unutmamalıyız.
Ama ne yazık ki buna rağmen çevremizde tahsilli insanların dahi muhakeme düzensizliklerine sık sık şahit oluyoruz. Aslında bunların hepsi, bizim üstüne eğilerek kendimizi muhakeme düzensizliklerinden korumamız ve geliştirmemiz gerektiğini gösteriyor. Muhakeme yaparken de ne kadar adaletli davranabiliyoruz? Burası, belki de en önemli kırılma noktası!
Bir konu hakkında gerçekleri gördüğümüz hâlde hakkı ne kadar savunabiliyoruz? Daha doğrusu hakkın emrinde haklının yanında olabiliyor muyuz? Hele bir de bu hak konusunda “haksız” olan bizsek hangi sesi dinliyoruz? Nefsimizin gürleyen sesini mi, yoksa vicdanımızın yapma/sen haksızsın feryadını mı?
Konuları kendimize uygun hâle getirmeyip (sadece kendi tezimiz çürümesin diye) konuyu olduğu gibi aktarabiliyor muyuz?
Mantığa aykırı kararlar verirken aslında hislerin etkisine kapılıp düşülen hatanın farkında mıyız? Çünkü mantık burada hakkın neferiyken hislerimiz nefsimizin tercümanı olabiliyor çoğu zaman!
“Allâh, haddini aşan, yalancı kimseyi doğru yola iletmez.” (Mümin Sûresi/28.Âyet)
Bu yüzden tahsilimizde ve dahi -beşikten mezara kadar kendimizi geliştirmemiz gereken- hayatımızda karşılaşacağımız zorlukları çözmek için düşüncelerimizde orijinal ve üretici olmayı öğrenmek gerek! Meseleleri, kendimizinkiler de dâhil olmak üzere, objektif olarak ele almalı; mantıklı bir muhakeme yolu takip etmeyi de ihmal etmemeliyiz!
Selâm ve duâ ile…