Adalet inancı tüm toplumlarda çok önemlidir. Yerine gelmesi yetmez, yerine geldiği herkesçe görülmelidir. Kısas o nedenle tüm ilahi dinlerin tercih ettiği bir cezalandırma ve ıslah yöntemidir: Göze göz, dişe diş. Arkasında yatan mantık, adaletin yerine geldiği aynıyla gösterilirse toplum adaletsizliğe yönelmez.
Malum Türkiye’de özellikle yaklaşık son on yıldır yargı çok ağırlık kazandı, dolayısıyla adalet kaygıları fazlaca ön plana çıktı. Ergenekon davaları ile toplum hop oturdu, hop kalktı. Balyoz, Sarıkız iddialarını ciddiye aldık. Kimse Türkiye’de darbeci eğilimler yok diyemez. Ülkenin demokrasi tarihi bunu yalanlıyor.
Ama davalardaki yargılama süreci için aynı şeyi söyleyemeyiz. Ülkemizde, bu davalar başta olmak üzere adaletin tam olarak tesis edildiğini söylemek için henüz çok erken. Nitekim Yargıtay bu mahkemelerin verdiği kararlarını bozdu. Toplum bu kadar tartışmalı süreçten sonra yargıda ne olup, bittiğini henüz tam olarak anlayabilmiş değil.
Sebebi adalete müdahale edilmesi. Çeşitli kesimler adli süreçlere müdahale ederek istedikleri yönde karar çıkması için hile yapıyorlar. Ama adalet müdahale kabul etmez. O nedenle bizim iyi bildiğimiz bir tasvir durumu ortaya koyuyor: Ellinde adalet terazisi taşıyan kadının gözü bağlı olmak zorunda.
Adalete müdahale, adli sürece müdahale ile başlar. Süreç zarar gördüğü zaman her şey zarar görür. Bir ağaç yabaniyse, meyvesi de yabanidir. Korkutma, yıldırma ve tehditle adalet çalışmaz.
Adalete müdahale delillere müdahaledir. Gene meşhur Ergenekon davalarında bunu da gördük. Uydurma delillerle, üretilmiş bilgilerle insanlar mahkûm edildi.
Adalete müdahale her şeyden önce şahitlere müdahaledir. Şahitlik kelimesinin dini olarak ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Şahadette problem, adalette problem demektir. Şahitlikten kaçılamaz. Ne gördüyse ve biliyorsa korkmadan haykırmak gerekir. Bugünler zor günler. Şahitlik yapanlara karşı linç kampanyaları düzenleniyor. Gerçek hilafına karalamalar yapılıyor.
Bugünler dedimse, ‘paralel’ davalarını kastediyorum. Ülkenin her tarafında akla hayale gelmeyecek bilgiler ortaya çıkıyor. Delillere ulaşılabiliyor artık. Birileri bildiklerini açıklıyor, konuşuyor artık. Ama gene birileri de bundan rahatsız. Rahatsız kesimler hak ve hakikati konuşanlara karşı itibarsızlaşma kampanyaları düzenleniyorlar.
Gündemdeki davalar konusunda görevli kolluk kuvvetlerinin gerekli dikkat ve özeni gösterdiklerine inanıyorum. Geçmişte bilerek adaleti çarpıttıklarını gördüğümüz malum yapının yaptığını, yapmıyorlar. Gerçeğin ortaya çıkması için korkusuzca çalışıyorlar. Ama ‘kurunun yanında, yaşı da yakma’ amaçları olduğunu zannetmiyorum.
Peki, bu müdahaleleri kim yapıyor? Aklınıza gelmeyecek kişiler desem meramım anlaşılır herhalde. Mesela bu bir milletvekili olabilir. Hem de Ak Parti’den. Akademisyen olabilir. Şahitler aleyhine olmadık ithamlar ve iddialar ortaya atılıyor. Açıkça adaletin yerine gelmesini engelleme girişimleri var.
Geçmişte Ergenekon davalarına müdahale edip, Silivri’yi mekân edinen vekillere karşı çıktığımız gibi, bugün bunlara da karşı çıkmamız gerekiyor.
Bill Clinton’un görevden alınması ile ilgili süreçte adaleti engelleme (obstruction of justice) girişimi baş iddia idi. Clinton görevden alınmadı. Ama alınmaktan daha kötü duruma düştü.
Türkiye’de de aynı süreç işletilmelidir. Seçilmiş aktörler kendilerine çeki, düzen vermelidir. Henüz seçileli bir ay olmadan adli süreçlere müdahale etmeye çalışanların notunu parti liderleri verir. Onlar vermezse toplum orada hazır bekliyor.
Türkiye ‘paralel’ davalarını nihayetlendirmeden önünü göremez. Kimseye haksızlık yapılmasın. Suçlu, suçsuz ayrılsın. Bunu zaten hep söylüyoruz. Lakin adaleti engelleme girişimleri ve haksız karalamaların önüne de geçilsin.
Bütün bunları Cumhurbaşkanımızın takip ettiğini biliyorum.
Başbakanımız da bu konularda hassas. Yeter ki bilgileri olsun. Yeter ki kendilerine iletilsin.