Osmanlı Devleti’nde yükselme dönemi de diyebileceğimiz Klasik Dönem’de devletin kendine has bir belediyecilik sistemi vardı. Buna göre şehirlerde Kadılar olur ve bu kadı hem o şehrin yargısal işlerine bakarken hem de belediye işlerini yapardı. Tıpkı şimdiki belediye başkanları gibi şehirdeki her türlü sorunla onlar ilgilenirlerdi.
Fatih’te Kutlu fethi yaparak İstanbul’a vakur bir şekilde girdiğinde 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu’nu kökünden kazıyarak İstanbul’dan çıkarmıştı. İstanbul için aydınlık bir çağ başlatan Fatih Sultan Mehmet şehrin hemen yenilenmesi ve İslam düzenine uygun bir vaziyete getirilmesi için ilk iş olarak bir belediye başkanı tayin etmek istedi. Bu sebeplerle ilk İstanbul belediye başkanı olarak “Hızır Çelebi” atandı. 1453-1458 yılları arasında görevde kalan Hızır Çelebi’nin Fatih’in gözünde yeri ayrıydı. Bunun sebebi kimi rivayetlere göre şudur.
Hızır Çelebi, fetih olmadan önce Edirne'yken Fatih’in huzurunda yapılan ilmi toplantılardan birinde Mısır veya Suriye'den gelen bir Arap âlimiyle giriştiği tartışmada üstünlük sağlayınca padişahın dikkatini çekmişti. Bir Osmanlı âliminin yabancı bir âlim karşısında başarı sağlamasından memnun olan padişah sırtından kürkünü çıkarıp Hızır Çelebi’ye giydirmiş ve onu Bursa'daki Çelebi Mehmed (Sultaniye) Medresesi'ne 50 akçe ile müderris tayin etmiştir. Bu olaydan sonra Fatih ve Hızır Çelebi arasında büyük bir dostluk bağı kuruldu.
Burada size Hızır Çelebi’nin adaleti hakkında bir anekdotta aktarmak istiyorum. Hızır Çelebi, fethin ardından vazifeye başladıktan sonra şehirdeki Hıristiyanlardan birisi gelip Fatih Sultan Mehmet’ten davacı olduğunu söyledi.
15. yy’da Avrupa’da halktan birinin kralı şikâyet etmesi direkt ölüm sebebiyken Osmanlı’da insanlar bu kadar özgürdü işte!!
Adam mimar olduğunu ve yaptığı ağır bir hata sonucunda Sultan’ın diyet olarak elini kestiğini söyledi. Hızır Çelebi adamı dinledikten sonra mahkemeye Sultanın da davet edilmesini buyurdu ve Fatih’te bu davete icabet etti. Hristiyan adam Fatih gelince hem onun heybetiyle hem de kadıdan korkarak ayakta öylece bekliyordu. Fatih mahkeme başladığında gayri ihtiyari başköşede bir yere kuruldu. O an Hızır Çelebi hiç çekinmeden: “Oturma beyim... Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzurunda ayakta dur” dedi. Sultan hemen ayağa kalktı ve Hızır Çelebi’yi dinlemeye başladı.
Hızır Çelebi: “Sen Murad oğlu Mehmed! Bu zımmînin elini kestirdin mi?” diye başladı söze ve mahkeme sonucunda;
“Sen Murad oğlu Mehmed! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin için kısas olunacaksın. Senin elin de onunki gibi kesilecek. Eğer zımmîyi razı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve çoluk çocuğunun mâişetini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin” dedi.
Karar açık... İstanbul’u fetheden heybetli Fatih suçlu olarak yargılanacak ve kısasa kısas yapılacaktı.
Fatih bu kararı adeta onaylarcasına sakin bir şekilde dinleyince Hristiyan anlam veremedi. Oysa o hayatında hiç böyle bir adalet sistemi görmemişti. Yok, artık olamazdı… Böyle bir karardan sonra en fazla kendisi ile birlikte Hızır Çelebi’nin de kellesi giderdi. Ama öyle olmadı ve Fatih’in adalet karşısında sesi çıkmadı ve Osmanlı’da halkın sınıflara ayrılmadığını, en tepeden en alt kademeye kadar herkes kadı önünde eşit olduğunu söyleyerek karara saygı duydu.
Hristiyan adam böyle bir adalet karşısında meseleyi daha fazla uzatmak istemeyerek padişahın ellerine sarıldı. Ve ölünceye kadar onun ve çoluk çocuğunun mâişetini temin etmek karşılığında anlaştılar. Bu mahkemeden bir kaç gün sonra Fatih Sultan Mehmet, Hızır Beyi ziyaret etti. Mahkeme esnasında gösterdiği adalete teşekkür ederek;
“Eğer bana, bir suçlu gibi değil de, bir Padişah gibi muamele etseydin, seni şu kılıcımla parçalardım” dedi.
Bu ifadelere muhatap olan Hızır Bey de cevaben tebessüm etti ve;
“Eğer padişahlığına güvenip dinimizin emri olan hükme karşı çıksaydın kafanı parçalatırdım.” mealindeki sözlerle karşılık verdi.
O ortamda bulunup da bu sözlere şahit olanlar; “Böyle sultana, böyle kadı” demekten kendilerini alamadılar.