Bilim ve teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki, bazen bu hıza tüketici olarak bile yetişebilmek zor olabiliyor. Bir gün okuduğumuz bir gelişme, o hafta içinde bambaşka yeni bir gelişmeye yenilenerek demode olabiliyor ve bu bizim başımızı döndürüyor. Ancak her teknolojik gelişme beraberinde bazı kanuni yaptırımların da yapılandırılmasına neden olabiliyor. Bu durum henüz adını bile duymadığımız pek çok teknolojik gelişmenin onay bekleme aşamasında takılarak, gün yüzü görememesine de neden oluyor.
Teknolojinin adalet engeline takılması ya da adaletin teknolojinin hızına yetişemediği en net örneği nano teknolojilerde gözlemliyoruz. Özellikle tıp alanında nano teknolojiler kullanılarak yüzlerce hastalığa çare bulunması, daha kesin teşhisler konulması mümkün. Ancak kanunlar nezdinde nano teknolojilerin hastalara uygulanmasında büyük sıkıntılar yaşanıyor.
Aynı durum biyo teknoloji ve tıp dallarında da geçerli. Kanun koyucuların yeni teknolojiyi anlayıp kavrayarak buna göre mevzuatlar oluşturması aylar, bazen yıllar alabiliyor.
Adalet sosyal medyanın hızına da yetişemiyor
Teknolojiyi genel olarak pozitif bilimlerdeki gelişmelerden ayrıştırarak sosyal yaşama uyguladığımızda da durum farklı değil. Bilgi ve paylaşım sürecinin neredeyse ışık hızında gelişmesi kanunların elini kolunu bağlayabiliyor. Bir paylaşımın kanunlara uygun yapılıp yapılmadığını anlamak için uzunca bir süre gerekebiliyor. Hükümetler ve kanun koyucular bu süreyi kazanmak için aksi ispat edilene kadar paylaşımları yasaklayabiliyor ve sansür uygulayabiliyorlar. Sosyal ağlara çeşitli baskılar uygulayabiliyorlar.
Adaletin teknolojiye karşı olan hassasiyeti
Kanun yaptırımlarının hızlı gelişen teknoloji karşısında gelişmelerin hızında karar verebilen bir mekanizması yok. Kanun koyucuların kullandığı yasama, yürütme ve yargı son derece hantal oluşumlar. Üstelik her kanun koyucunun teknoloji kadar hızlı bir "durumu kavrama" yeteneği olmasını beklemek de büyük bir hayalden başka bir şey değil. Bu yüzden de teknolojik gelişmelerin adalet gözünde kontrolü ve onay süreci de çok ağır olabiliyor.
Durumun hassasiyetini daha net kavrayabilmek için, nano teknoloji örneğine geri dönelim. Çünkü günümüz teknolojisinde özellikle insan hayatını en yakından ilgilendiren gelişmeler bu dalda oluşuyorlar. Bir hastanın kanserli hücrelerinin yok edilebilmesi için nano robotların kanserli hücreye lazer ışınları gönderebiliyor olması bugün bir hayal değil. Kurumun bunu günlük tedavi olarak kullanabilmesi yüzlerce izine bağlı. Öyle “yaşasın bunu da buldular haydi uygulayalım” mantığı hızlı işleyemiyor. Bu işlemin ilgili kurumlar ve kanun nezdinde onaylanması gerekiyor. Bu da hastane mevzuatının yine hastane hukuk kadrosu tarafından kanun koyucuların anlaşılabileceği şekilde rapor edilmesinden başlayan ve uzayan bürokrasiyle aylar süren bir kısır döngüye girebiliyor. İşin içine bilirkişiler, binlerce sayfalık raporlar, örnek teşkil eden durumlar ve farklı kurumlarda girebiliyor. Bu yüzden kim bilir kaç hastayı gerekli izinler alınamadığı ya da tedavi onaylanamadığı için kaybediyoruz.
Son söz
Kısaca bugün elektrikli arabaların caddelerde görünmesinden tutun da, droneların havadan bedava internet dağıtmasına kadar her teknolojik atılım kanuni bir onay süreci geçirmek zorunda. İcatlara patent alınmasıyla başlayan bu meşakkatli sürecin tamamlanması için “şu kadar sürecek” diye öngörüde bulunmak da mümkün değil. Bu yüzden teknoloji ne kadar hızlı gelişirse gelişsin, ne kadar yeni icatlar ortaya çıkarsa çıksın kanunların aynı hızla işleme yeteneği olamayacağından dolayı, bu ürünleri anına kullanmamız mümkün değil. Öte yandan, kanunlar konulurken çok farklı değişkenlerin göz önüne alınması gerekiyor. Bunlar ahlaki, toplumsal, çevre, sosyal toplum, mesleki yaptırımlar, kültürel doktrinler, küresel ve yerel normlar gibi onlarca farklı değişkenler olarak teknolojik gelişmelerin karşısına çıkabiliyorlar. Kısaca teknolojilerin işi adalet saraylarında oldukça zor.