Mahalle sakinleri aralarında tartışıyorlardı:
Adem Bey, “Sirke ne iyi katıktır” hadisini hatırlatarak Hz. Peygamber’in bu sözüyle, sirkenin diğer gıda maddeleri arasında özel bir yere sahip olduğuna, hatta mübarek bir gıda maddesi olduğuna işaret ettiğini söyledi. Bu konudaki titizliğini anlatmak için de sirke yoksa sofraya asla oturmadığını ve bir keresinde sofraya sirke koymayı unutan eşini nasıl azarladığını anlattı.
Cem Bey, Adem Bey’i eleştirdi ve Hz. Peygamber’in ailesine karşı oldukça nazik davrandığına vurgu yaptıktan sonra, sirkenin diğer gıda maddelerinden hiçbir farkının olmadığını, bu sözün Hz. Peygamber’e ait olamayacağını, olsa olsa bir sirkeci tarafından uydurulmuş olabileceğini söyledi.
Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine aşırı bağlılığıyla tanınan Letafet Hanım ise, sirkeden hiç hoşlanmadığını ve Hz. Peygamber’in hoşlandığı bir şeyden hoşlanmaması nedeniyle büyük bir üzüntü duyduğunu belirtti.
Öteden beri dine ve Hz. Peygamber’e karşı olumsuz bakışıyla tanınan Kezban Hanım ise, Hz. Peygamber’in bu sözünün, onun getirdiği dogmatik anlayışın tipik bir örneği olduğunu söyledi.
Konuşulanları sakin bir şekilde dinleyen Hikmet Bey, arkadaşlarına gülümseyerek, söz konusu hadisin başka bir rivayetinin olduğunu belirtti ve onlara şu hadis-i şerifi okudu:
Hz. Cabir (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber ailesinden yemek istedi. Onlar, ‘Evimizde ekmek ve sirkeden başka bir şey yok!’ dediler. Hz.. Peygamber onları istedi ve gelince yemeye başladı. Hem yiyor hem de ‘Sirke ne iyi katıktır! Sirke ne iyi katıktır! Sirke ne iyi katıktır!’ diyordu.”[1]
Tartışma bitti, yerini sükûnet aldı.
***
Bir ortamda Hz. Peygamber (s.a.) zamanında yaşanan bayramları ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.) bu bayramlarda neler yaptığını konuşuyoruz.
—Peygamber Efendimiz (s.a.) Ramazan Bayramı sabahı hurma yer ve yediği hurmaların tek sayıda olmasına dikkat ederdi.[2] dediğimde çok okuyan bir dostum itiraz ederek,
—Geçin bunları yahu. Hurmayı tek sayıda yesek ne olur, çift sayıda yesek ne olur. Bu da sünnet mi şimdi! diyerek itiraz etti.
—Peygamber Efendimiz’in (s.a.) bu davranışını tevhid inancının, tüm hayatına olduğu gibi yeme içmesine de bir yansıması olarak anlamak lazım, deyince de;
—Tamam şimdi oldu(!)” cevabını verdi.
Cahil cesur olur derler ya, sanırım bu tür cehalet, çok okumakla giderilebilecek türden değil. Adını koyamadığım tipik bir ukalalığı da içinde barındırıyor. Anlayamadığı sahih bir rivayet konusunda; “Bu hadis şimdilik bir kenarda dursun. Şimdi anlayamadım, belki daha sonra anlarım.” deme cesaretinden ve edebinden de yoksun.
İmam-ı Azam gibi büyük bir âlimin, sahih bir hadisi anlayamadığında, acelecilikle reddetmek yerine, tavakkuf etmesi, yani anlama işini zamana bırakması; onun “En Büyük İmam” olmasından kaynaklanıyor.
Aceleci düz mantık, bakalım bu gidişle nereye varacak?!
Allah ellerin(m)izi bırakmasın.