ABD MERKEZLİ DÜNYA

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Birçok ülke, ABD tarafından açıklanan verilere ve FED’in 2019 yılında şahin veya güvercin politikalar takip etmesi olasılığına göre, kendilerine çeki düzen vermeye çalışmaktadırlar. Reel ve finansal ekonomi verilerini açıklayan bir numaralı ekonomi, siyasi ve askeri güce sahip ABD olunca, haliyle küresel etkileri ve sonuçları daha bir önemli olmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere gelişmiş ülkeler de, ABD’nin üretim ve finans sektörü verilerini irdeleyip, ekonomi politikalarına yön verme uğraşı içindedirler. ABD’de dünya ortalamasının yaklaşık beş katı düzeyindeki kişi başına düşen harcama gücünün azalması göz önüne alındığında, salt kendisinin değil dış ticaret ilişkisi içinde olduğu tüm ülke ekonomilerini de güçlü bir şekilde durgunluğa sürüklemesi içten bile değildir. Tabi ki hemen akla bölgesel bir ekonomi ve siyasi birliktelik açısından bakıldığında ikinci güç olarak AB gelmektedir. AB ile ABD arasındaki en önemli fark, ekonomi ve siyasi politikaların uygulanması sürecinde, kararların alınması sırasında ortaya çıkmaktadır. ABD’nin birçok eyaletten oluşmasına rağmen, sonuçta tek bir merkezden idare edilirken, AB ülkeleri de görünürde her ne kadar birlik şeklinde tanımlanmışsa da, farklı bakış açıları daha derindir. Bunun nedeni, özellikle Eurozone’u değil, AB’yi oluşturan ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyleri arasındaki farklılıkların, ABD’nin eyaletleri arasındakilere göre nispeten daha düşük olmasıdır. Bu düşünceye varmak için Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve hatta İtalya gibi ülkelerin içinde bulunduğu durumun yansıması olan, büyüme, işsizlik, toplam borç yükü gibi temel ekonomi verilerine göz atmak bile yeterlidir. Popülist ağırlıklı söylem ve vaatlerle ancak işletilebilen İtalya hükümetinin isteklerinin Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından kabul edilmemesi AB için iki taraflı sorun oluşturmaktadır. Birincisi sorunun devam etmesi AB’nin ekonomik ve siyasi gelişiminde sorunlara yol açarken, ikincisi ise İtalya’nın isteklerinin kabul edilmesi bütçe açıklarının oranının Maastricht kriterlerine uygunluğunu bozması yanında, ekonomisi iflas etmiş Yunanistan’ın yanına İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin eklenmesi korkusudur. ABD’ye karşı AB’nin belki de en önemli eksisi, güçlü ve birliktelik sağlanmış bir orduya sahip olmamasıdır. Bu açıklamalar iktisadi, siyasi ve askeri bakımdan takım haline gelemeyen bir AB’nin, global ölçekte elindeki kartlarının güçlü olmadığı açıkça görülmektedir ve Trump’lı ABD’de bu olgunun farkındadır.

  Dünya ekonomi pastasının ikinci en önemli kısmını elinde bulunduran Çin’in ekonomi ve askeri bakımdan zaafları AB’ye benzemektedir. Ancak Çin’in, AB’nin yaşadığı çok derin düzeydeki gelişmişlik düzeyleri farkının bulunmaması, ucuz işgücü ve enerji gibi avantajları yanında çok çeşitli sanayi üretim kapasitesine sahip olmasıdır. Trump’ın dünya ekonomisini durgunluğa sürüklemesi pahasına, sadece kısa dönemde ABD ekonomisinin lehine sonuçlar doğuracağı düşüncesiyle – bu bile düşük olasılık –, uygulamaya koymayı planladığı korumacı politikalarına karşı en ciddi ve güçlü tepkiyi Çin’in vermesi ve Trump’ın da, orta yolu bulmak için ciddi çabalar içine girmesi, en önemli göstergedir. Tüm bu söz konusu argümanlar bir araya geldiğinde ABD, AB ve Çin ekonomisinin yavaşlaması bir yana, bu ülkelerle ticaret yapan ülkelerin ekonomilerinde de yavaşlamaya yol açarak, dünya ekonomisini durgunluğa sürükletecek sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Nitekim 8 Aralık 2019 tarihli yayımlanan Dünya Bankası Küresel Ekonomik Görünüm Raporu’nda, 2019 yılı büyüme oranının %3’ten %2.9’a niçin düşürüldüğü, daha net anlaşılmaktadır. Bu beklentiyi olumluya çevirecek ve dünyanın şansına olacak bir gelişme, ancak FED’in faiz artırım sayısı ve oranını daha düşük tutarak, gelişmekte olan ülkelerin nispi olarak hızlı büyüme trendini yakalayıp, küresel büyüme hızını artırmasıdır. Belki böyle bir gelişme, aynı zamanda dünya üzerindeki ABD’nin hemen her alanda baskın konumunu hafifletebilir. Küreselleşmenin dünyayı ahtapot misali sardığı günümüzde, yapısal ekonomik, siyasi ve toplumsal sıkıntılar içindeki bir ülkenin, tek başına sorunların üstesinden gelmesi, ancak sıfıra yakın olasılıktan başka bir anlam ifade etmemektedir.

          Soru: Her gelişmekte olan ülkenin krize girmesi küresel krize yol açar mı? Neden?

Sözün Gözü: Yapılan çukurluk unutulmaz, yapanlar da.