Her insanın fıtratında övülme duygusu vardır. Ben övülmekten hoşlanmam diyorsa bir insan; bu hükmü ile muhatapları tarafından, ‘’bizden farklı birisi’’ sonucunu çıkarmaları arzusunu, örtülü bir şekilde kullanıyor demektir.
‘’ Farklı olmak’’ için gösterdiğimiz çaba; dünyadaki bütün insanlardan farklı olduğumuz halde farkımızı başkalarının da fark etmesini istiyor olmamız en önemli zaafımız.
Sen kendini tanıyorsan, insanların seni tanıması neden o kadar önemli olsun?
Sigmund Freud, yaptığımız her şey, iki güdüden kaynaklanıyor demişti. ‘’Cinsel güdü ve büyük olma tutkusu.’’ John Dewey de ‘’insan doğasındaki en derin duygunun ‘’önemli olma’’ isteği olduğunu söylüyordu. İkisinin buluştuğu nokta ‘’ben başkalarından farklıyım’’
Farklı olmak adına akılı, kendi standardının üstünde zorlamak anormalleşmektir.
Bu şiddetli arzu için ne delilikler ne çılgınlıklar yapıldığına, hepimizin şahitliği vardır.
Bilinç altımızı, belki de orada kendimizi bulacağımız korkusuyla, üzerinde durma ya değer bulmuyoruz. Kendimizden bile gizlediklerimiz yok mu?
Firavun da farklılık için yaşamıştı.
Amerikalı katil, soyguncu Dillinger Federal polis tarafından yakalanırken bir çiftliğe saldırıyor ve ‘’ben Dillinger’im’’ diye bağırıyordu. ‘’size zarar vermek istemiyorum ama ben Dillinger’im’’ diye de ekledi.
Görkemli bir çeşme yaptıran hayır sever, çeşmenin mermerine ‘’ Hacı C.T. hayratıdır’’ yazısını neden yazdırır?
Amaç ‘’ben farklıyım. Önemliyim.’’ Hacı C.T. ile Dillinger arasındaki fark yönelişte.
Amerikalı çok ünlü bir akıl hastanesinin başhekimi , akıl hastalıklarının sebebini bilmediğini söylemiş ve arkasından; ‘’Bayan bir hastam var. Hayatı hep mutsuzlukla geçmiş. Kocası kendisine hiç değer vermemiş. Bebek sahibi de olamamış. Şimdi hayalinde bir İngiliz soylusuyla evli olduğu konusunda ayak diretiyor. Her gün doğum yaparak bebek sahibi oluyor’’ diye devam etmişti.
Başhekimin verdiği örnekten yola çıkarak; ‘’kendisini değersiz bulan veya sosyal organizmanın dışladığı bir bireyin,’’ akıl hastalığına uğrayabileceği var sayımında bulunmamız bana çok da mantıksız gelmiyor.
Orta yol bizi küçültüyor mu?
Başlıkla ilişkisi mi?
Manik depresyon dediğimiz bir hastalığı hepimiz duymuşuzdur.
Hastalığın iki safhası var. Mani veya hipomani devresi. Depresyon devresi.
Mani devresinde abartılı bir özgüvene sahip olan hasta, depresyon devresinde, bunun tam tersi düşük bir özgüvenle tanışınca üzüntü, yalnızlık, çaresizlik, suçluluk gibi duygularla beslenmeye başlar. Tedavi edilmezse intihara gidebilir.
İbn-i Haldun, devletlerin de insanlar gibi doğup büyüyüp sonunda öldüğünü söyler.
Ben, ABD’nin kendisini önemsemede sınırlarını zorladığını düşünüyorum. Zengin ama mutsuzdu.
Şimdi herkesin, kendisine efelendiği bir dünya ile karşı karşıya kalınca; maninin, şişkin özgüven döneminden, depresyona geçti.
Yalnızlık, suçluluk, gibi duygularla tanıştı.(Irak’tan giden coni tabutlarını hatırlayın.)
Saldırganlığı ise çaresizliğinin belki en önemli sebebidir.
Türkiye, Çin, Rusya, Pakistan, Kuzey Kore, Venezüella ve İran’la yapılan nükleer anlaşmayı tek taraflı iptal etmesi halinde Çin ve Rusya’yla birlikte hareket edebileceklerini deklere eden AB ülkeleri ABD’nin bunalımını derinleştirdi.
Kendisini sorgulayacak hem karakteri, hem de zamanı yok. UNESCO dan ayrılma gerekçesine bakarsanız İsrail’le birlikte intihara hazırlanıyor. İnşallah belasını da İsrail’den bulur. Selamlarımla.