Tartışmalara bakılırsa hükümet başka dönemlerde hiç cesaret edilemeyen bir konuyu, Devlet Memurları Kanunu’nu değiştirmek üzere düğmeye basmış görünüyor. Gelen ilk işaretler toplumun ve kamuoyunun nabzını, olaya bakış açısını öğrenmeye dönük adımlar.
Bundan sonraki dönemde mesele yoğun bir biçimde tartışılacak. Muhatapları görüşlerini ortaya koyacaklar. Yeterince tartışıldıktan sonra nihai şekli verilecek. Tabii ki hükümet ortaya bir metin çıkaracaktır. Zira başı-sonu belli olmayan tartışmalardan netice alınmayacağını hepimiz biliyorum.
Mevcut kanun 1965 tarihli, yani yarım asırlık. Ülkemizin son 50 yılda kat ettiği mesafe ile kanunu yan yana koyduğumuz zaman aradaki açıklığın ölçüsünü tahmin etmek hiç de zor olmasa gerektir. Bu nedenle değişen şartlara değişen mantık ölçüsünde ve değişen kanunlarla karşılık vermek en sağlıklı yoldur diye düşünüyorum.
Sırada 2547 sayılı YÖK Kanunu olması gerekiyor.
Neden mi? Nedeni basit: Ülkemiz maalesef bugün yeni Anayasa yapabilecek parlamento aritmetiğine sahip değil. Muhalefet Cumhurbaşkanının pozisyonu üzerinden yaklaşıyor mevzuya. Yeni Anayasanın yegane amacının devlet başkanının pozisyonunu güçlendirmek olacağına inanıyorlar.
Ama yeni anayasa ve yeni hukuksal düzen o kadar elzem ki, Cumhurbaşkanının yetkileri muvacehesinde sürdürülen tartışmalar hukuki, toplumsal ve siyasi ihtiyaçları karşılamadan çok uzak.
Mezkûr iki yasa, sanki Anayasa gibi değerlendiriliyor. İkisi de 1982 Anayasasından önce çıkarıldı. Anayasa ikisine uygun hazırlandı. Bu anlamda yasala hiyerarşisinde yasa, anayasadan önce geliyor gibi bir durum ortaya çıkıyor. Sonuç olarak çok sağlıklı bir durum değil bu.
Bu kanunlar değişince anayasa değişmiş gibi olacak.
657 devlet memuruna çelik bir zırh sağlıyor. 2547 de öyle. Çalışanla çalışmayan, üretenle üretmeyen, katkı sağlayanla sağlamayan ayırt edilmiyor.
Bir defa üretme yönünde teşvik edici, üretmemeyi cezalandırıcı düzenleme mevcut değil. Herkes günün sonunda aynı terazide değerlendiriliyor. Hatta üretene, üretirken hata yaptığı gerekçesiyle zaman zaman soruşturma, kovuşturma açma durumları da mevzubahis olabiliyor. Neticede toplumda ve kamuda adalet sağlanamıyor.
Öte yandan, ülkemizin gelişme dinamikleri ve bulunduğumuz coğrafya ataleti kaldırabilecek durumda değil. Üretmeye devam etmemiz, daha fazla çaba sarf etmemiz gerektiğini biliyoruz. Lakin bu mekanizmayla değil.
Akademik camiada profesör olalı on yıllar olmuş insanlardan çok ciddi bir kısmı hiçbir şey üretmeden, tüketmeye devam ediyor. Kamu kurumlarında çalışan memurlar da aynı şekilde.
Sağlıklı performans kriterleri getirilerek herkesin çalışması sağlanabilir. Tabii ki çalışmayanın işine son verme hakkıyla beraber.
Medya ve kamuoyu çoğu zaman sonuçlara bakarak tartışma yürütüyor. Kamu kurum ve kuruluşlarıyla üniversiteleri eleştiriyorlar. Kendi cephelerinden haklı görünebilirler. Ama genel resme baktığınız zaman tembellik ve düşük performansın çoğu zaman süreçlerle alakalı olduğunu görüyorsunuz. Asıl mesele nedenler.
Başbakan Davutoğlu yeni dönemin restorasyona yoğunlaşacağını, rehabilitasyonun sağlanacağını ifade etti.
DMK ve YÖK Kanunu bunun için iyi bir başlangıç.
Bunu yapabilmek için bugünden daha müsait bir dönem şimdiye kadar hiç olmadı. Toplumun yarısı bu hükümete oy verdi. Diğer yarısının büyükçe kısmının gönlünün hükümetten yana olduğunu söylemek için yeterince sebebimiz bulunuyor.
Merhum Hocamızın ifadesiyle, ‘un, yağ, şeker var’ o zaman durmadan kararlı adımı atmak ve değişim, dönüşümü sağlayacak zihinsel ve hukuki şartları sağlamak zorundayız.
Toplum olarak hükümeti bu yönde teşvik etmeliyiz. Memur sendikalarından, sivil toplum kuruluşlarından ve her şeyden önce konunun birinci derece muhatapları olan ve çalışan memurlardan bu doğrultuda tazyik gelmesi gerekiyor.