Bize kalan; kodlanmış, öngörülmüş, biçilmiş bir hayatın nesneleri olarak yaşamak mı? Sayılar, şifreler, renkler, işaretler, semboller üzerinden konuşan ve konuşulan vatandaşlarız.
Sayılarla ifade ediliyor metrekareye düşen özgül ağırlığımız. Kullanmak zorunda olduğumuz tüm alanlar tüm eşyalar birer sayının konusu artık. Büyüklük ve küçüklüğümüz,nitelik olarak değil nicelik olarak değer kazandıktan sonra belirleniyor.
Bizi tanımlayan kimlik numaralarımızdan başlayarak ne olduğumuz ne olacağımız hep sanal birer kodlamadan ibaret ve biz bu kodların okunduğu barkot sisteminde birer nesne durumundayız. Çok mu sert ve acımasız geldi bu tanımlamalar.
Şifrelerimiz aynı zamanda güvenlik kodlarımız. Cebimizde taşıdığımız kartların hepsi birer niceliği ifade ediyor. Üye olduğumuz her İnternet sitesi bizden bir profil istiyor ve sanal bir kimlik sanal bir kişilik olarak sayılardan ibaret birer kodlanmış üyeyiz.
Sosyal medya denen ortamda hepimizin birer IP numarası var ve bu numaralar bizim kimlik bilgilerimizden daha çok şey biliyor. Bu adres ile ne aldığımız ne verdiğimiz hangi ürünle ilgilendiğimiz birileri tarafından biliniyor. Yani beni kodlamış oluyorlar. Bu kodlama gündelik dilimize o kadar yansıdı ve yapıştı ki…
Aldığınız evin sorgu sahasına giren ilk özellik “kaç artı bir” olduğu değil mi? Üç artı bir ya da dört artı bir ya da bir artı bir. Bu kodlama alacağınız evin ve dolayısı ile sizin yaşam biçiminizi etkileyecek kadar güçlü değil mi?
Başlıkta kullandığım ifade bir matematik sorusu ya da fizik problemi değil. Bir mobilya mağazasında müşterinin sorusuna karşılık koltuk takımı için kullanılan bir tanım. Yani üç kişilik bir iki kişilik ve tek kişilik oturma sayısını gösteriyor. Bu da demek oluyor ki misafir olarak üç artı iki artı bir kişilik yeriniz var salonda. Kodlanmış bir hayat değil de nedir?
Beyaz eşya dediğimiz ev eşyalarının ismini bu şekilde veren ve olmadığı ev düşünülmeyen bu elektronik aygıtlar da kodlamanın araçlarından… “üçü bir arada” dediğimiz bu beyaz eşyaların hangisi diğerinden daha üstün ve nitelikli “A+++” işareti bir kodlama olarak çıkıyor yine karşımıza. Çok artılı olan daha iyi mi yoksa daha mı pahalı?
Renklerin de dili bu kodlamadan almış nasibini. Neden kırmızı düne kadar aşkın rengi iken son zamanlarda tehlikenin ve olumsuz etiketlerin rengi olmuş acaba?
Tüm istatistik bilgiler belirli bir ortalama ile neticeye bağlanıyor. “Ortalama dört kişilik bir aile” ifadesi bizi kodlar ve sayılar arasına sıkıştırmanın yollarından biri olsa gerek. Aldığımız araçların bagaj hacminden tutun da cep telefonlarımızın depo hacmine kadar kodlanmış ve sınırlanmış çizgiler içindeyiz. Sınırın olması gayet doğal ve hatta gerekli de bu sınırı kim ve neye göre çizmiş oluyor?